Tarihî süreç içerisinde Hak-bâtıl mücadelesi hep olagelmiştir. Bâtılın temsilcileri, egemen olduklarında kavramları eğip bükmeden İslam’a olan düşmanlıklarını açıkça ortaya koymuşlardır. Küfürlerini gizlememişlerdir. Gâvurluklarını dobra yapmışlardır. Müslümanların çoğunlukta olduğu ya da hâkim oldukları ortamda ise düşmanlıklarını dolaylı yollardan dile getirmişlerdir. Kâfirliklerini gizlemişler, kuzu postuna bürünmüş kurt misali, Müslüman görünümlü kâfirlik olan münafık elbisesine bürünmüşlerdir.
Daha somut ifade edersek, Hicretten önceki döneminde, Dâru’n Nedve şirk parlamentosunun idaresi altındaki Mekke’de, Kureyş ve diğer müşrik kabileler, hiç tevile ve yoruma gitmeden, “Ey Muhammed! Senin getirdiğin bu din, üzerinde bulunduğumuz atalarımızın dinini ortadan kaldırmayı amaçladığı için şiddetle karşıyız” dediler ve İslam ile mücadelelerini açıkça yaptılar. Sonunda Rasûlullah (sav) Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı.
Medine döneminde ise Müslümanlar hâkim ve muktedir durumuna gelince bu sefer İslam düşmanlığı, dobra değil arkadan dolanarak, kalleşçe yapıldı. Şeklen Müslüman görünümlü kâfirler olan münafıklar, Abdullah b. Ubey b. Selûl önderliğinde el altından, sinsi, iftira, yalan ve çarpıtma dolu bir düşmanlık sergilediler. Zaman zaman dış güçlerle işbirliği yaparak hainliklerini de ortaya koydular. Yüce Allah; “Sen onları yüzlerinden ve konuşma üslûplarından tanırsın” (47/Muhammed:30) buyurarak, münafıkları tanıma şeklini ortaya koydu.
Günümüze gelecek olursak, Cumhuriyet döneminde, birinci meclisin devrine son verildikten sonra ikinci cumhuriyet döneminde Müslümanlar, jandarma dipçiği, işkence, hapis, sürgün ve darağaçları ile sindirilip hâkimiyet, bâtılın temsilcilerine geçince, İslam’a düşmanlık açıkça ve dobra yapılmıştı. Cumhuriyetin bânisi, 7 Şubat 1923 tarihinde okuduğu ve “Balıkesir Hutbesi” diye meşhur olan Zağanos Paşa camiindeki hitabesinde: “ Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.” diye açıkladığı inancından vaz geçerek:
“Arapların dini Türkleri mahvetti. Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti. Arap dinini kabul ettikten sonra Türk milletinin milli rabıtaları gevşedi; milli hisleri ve heyecanı uyuştu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, bir Arap milleti siyasetine müncer oluyordu.” (Medeni bilgiler ve Atatürk’ün El Yazmaları, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365);
“Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.” (Atatürk’ün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan);
“Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.” (Andrew Mango, Atatürk, s 447.) şeklinde aleniyete dönüştü ve dobra dobra İslam karşıtlığı ortaya konmuş oldu.
Şu anda Türkiye’de İslam’ın rahatça konuşulduğu, isteyenin rahatça inançlarını -tamamen olmasa da çoğunlukla- yaşayabildiği, Müslümanların devlet idaresinin başında bulunduğu, kısaca, İslam’ın yeşil renk tonunun çok belirgin bir şekilde kendini ortaya koyduğu bir dönemdeyiz. Bu dönemde İslam, direk hedeflenmiyor. “İslam sizin tekelinizde mi? Biz de Müslümanız” dedikten sonra “Dinî değerleri devletin işlerine karıştırmayız. Bu, cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırıdır” diyerek şirklerini ortaya korlar.
Geçtiğimiz günlerde kendilerini “Cumhuriyeti kuran parti olarak” niteleyen CHP’nin grup başkan vekili olan Özgür Özel adlı bir eczacı, boyundan büyük işlere karışarak kalbindeki nifakı şöyle dile getirmiş: “Bu ülkeden kendisini Müslüman olarak tanımlayan, öyle hisseden, yılbaşı gecesi aldığı o bileti, ya da oynadığı tombalayı kumar görmeyen, yılbaşı gecesi ailesiyle birlikte içeceği bir iki kadeh içkiyi günah saymayan bir Anadolu Müslümanlığı geleneği var. Onun günahına da katlanıp bu ritüeli yaşayan bir Anadolu Müslümanlığı var.”
Medyada bir anda kendisine “Ayetullah Laiki” lakabı yakıştırılan bu eczacı müftü(!), böyle bir fetva imal etmiş. Tabii gülünç duruma da düşmüş.
Bu, “Cumhuriyeti kuran parti,” dini, bozuk para gibi kullanıp modernist olarak ölüp giden Yaşar Nuri’yi bile hazmedemedi. 2002 yılında CHP’den milletvekili seçildikten kısa süre sonra lideri Deniz Baykal’ı suçlayarak partisinden istifa eden, ardından da Halkın Yükselişi Partisi’ni kuran müteveffa Yaşar Nuri Öztürk: “CHP, dinin kendisinden rahatsız. Gel bu dini bize öğret diye beni çağırdılar. İnananlar var ama içlerinde ateisti de var. Fakat CHP’de öyle adamlar var ki, ‘Allah’ demeyi bile laikliğe aykırı sanıyor. Bunlar bana bile tahammül edemedi. Meclis kürsüsüne çıkarıp konuşturmadı. Bana ‘molla’ muamelesi yapan bu insanlar sonra kalkıp çarşaf açılımı yaptılar. Sana kim inanır kardeşim artık. Benim için ‘Kim bu? Bunu içimize kim soktu’ dediler. Benim hakkımda söylenen bu sözlerin tamamını Meclis koridorlarında dinledim bu dangalaklardan” demiştir.
Böyle bir siyasi kimliği olan CHP, İslam’ın tamamını karşısına almamış olmak için, kendisine oy veren gafil Müslümanları ve konjonktürü hesaba katarak, kavramları tahrif edip, helal-haram hassasiyetini çarpıtarak İslam düşmanlığını arkadan dolanarak ortaya koyuyor. Aynen Medine dönemindeki münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül gibi. Ama biz, Allah’ın verdiği ölçülere vurarak onları simalarından ve üsluplarından tanıyoruz. Ve diyoruz ki, İçki ve kumarın azı da çoğu da her yerde haramdır. Anadolu’da da, Trakya’da da, Suudi Arabistan’da da, ABD’de de, İngiltere’de de… Dünyanın her yerinde aynı İslam geçerlidir. Bu İslam’ın ilkelerini de bir eczacı değil, Allah ve Rasûlü koymuştur. Eczacı, biraz haddini bilsin ve önünden yesin. Aklının ermediği konularda fetva vererek gülünç duruma düşmesin. Herkes kafasına göre bir Müslümanlık tanımı yapamaz. Ancak Allah’ın tanımladığı şekilde Müslüman olunur. İnanmıyorsa bunu da açıkça söyler. Münafıklık numarası çekmeye gerek yoktur. Allah’ın haram kıldığını helal sayan herkes İslam’ın dışına çıkmış olur. Yani onun Müslümanlık iddiası beyhudedir.
Şunu da unutmayalım ki, bu ümmet ne çekmişse, kuzu postuna bürünmüş kurt münafıklardan çekmiştir.
“Anadolu Aleviliği” diyerek “Alisiz bir Alevilik” ortaya koyup Aleviliği ateistleştirerek sulandırdıkları gibi, “Anadolu Müslümanlığı” safsatasıyla da, haramları helal saymak suretiyle İslam’ı sulandırmaktadırlar.
Onların bu gayretleri, her tarafı sağlam mermerlerle yapılmış bir banyodaki hamam böceğinin, o mermerlere zarar vermeye çabalarken durmadan yere yuvarlanması gibidir. İşte onlar da, İslam’ı her yok etme çabalarında, tıpkı hamam böcekleri gibi yere çakılmaya mahkûmdur. Yani Allah’ın nurunu, onların yakın ve uzak Ebû Cehil dedeleri söndüremedi ki onlar söndürebilsin. Var mı ötesi?