Semt pazarında Hacı Amca, çilek alacak üç beş kilo, tezgahtarla konuşuyor; “Tadı yok, kokusu yok bir rengi var parlıyor hay evladım.” Tezgahtar ondan dertli; “Bunu bulduğuna şükret bey amca, yakında toprak kalmayacak, bulsan da yetişmeyecek.” Durum bu kadar vahim mi? Bu kadar değilse bile bu diyaloğa şahit olmak gelinen nokta ile ilgili fikir veriyor olmalı azizim.
Mevzu malum, deniz salyası denen şey Marmara denizinden başlayarak tüm kıyı şeridini etkisi altına almış durumda. Siyasi, politik, yerel, genel yönetim sahasına girmeden, herhangi bir polemiğin tarafı olmadan şu sualin merakındayım; insan kendi yaşadığı dünyayı kendi refahı ve rahatı için daha ne kadar ifsat edebilir? Farkındayım bu deniz salyasının insan mahsulü ve beşer sebepli olup olmadığı kesin olarak tespit edilemedi lakin mesele yaşadığım çevrenin nizamının bozulması…
Rahmetli oldu bir Türkçe öğretmenimiz vardı, kendi şahsına münhasır sıra dışı bir adamdı. Unutmam dersin birinde “Şu insanlara hayret ediyorum, apartman dikmek için orman, ağaç, tarla, bahçe ne varsa talan ediyor, arkasından kalkıp balkonunda biber yetiştiriyor” demişti. Şimdilerde büyük şehirlerde koca koca siteler, çok katlı rezidanslar terasında, bodrum katında, site bahçesinde oluşturduğu yeşil alanlarla övünüyor, biri de kalkıp e mübarek hep birlik olup doğal olanı biz katlettik demiyor.
Yıllardır küresel ısınma deyip duruyor birileri, mevsimlerin değiştiğini hepimiz fark ediyoruz. Tatlı su kaynaklarının azaldığını buna rağmen denizlerin yükseldiğini, yıldızların eskisi gibi görünmediğini, şehirlerin nefessiz kaldığını, canlı türünün azaldığını, bozulan dengenin birçok türü yok ettiğini… Listenin uzayacağı malum da insanoğlu bu malumu neden görmezden geliyor bu meçhul.
Mimarimiz, şehir planımız, enerjiye olan muhtaçlığımız, sanayimiz neyi öncelemiştir ve bu öncelerin arasında insanın hayatını sürdürdüğü “çevre” var mıdır? Sahi çevre nedir, neresidir, hangi çevre benim için daha sağlıklı, daha keyifli ve daha doğaldır?
Asıl mevzu nedir Azizim? Asıl mevzu; dünyanın eski dünya olmadığı, çevrenin, tabiatın, doğal yaşamın değişmesi ile ilgili insanların aynı açıyla, aynı hassasiyetle bakıyor olmaması. Sen bir ağacın kesilmesine, denizin kirlenmesine, Tuz Gölünün yok olmasına, büyük şehirlerin taş ve çelik yığını haline gelmesine hayıflanıp üzülürken diğeri bunun kaçınılmaz bir değişim olduğunu ve hatta gerekli olduğunu savunuyor. Bir kısım çevre yok oluyor diye kahrolurken başka bir kısım gelişiyoruz, büyüyoruz, konfora kavuşuyoruz, para kazanıyoruz diye seviniyor.
Üzerinde barındığımız dünya, bugünden yarına yaşanmaz hala gelecek değil, lakin bugün karşılaştığımız çevre problemleri de yarın bitecek değil. Günümüz insanı doğayı, çevreyi, dünyayı kendisine fayda sağlayan ve kendisini rahat ettiren bir araç bir meta olarak görüyor lakin ona karşı sorumluluk hissetmiyor. Doğayı; tepeden tırnağa, ırmaktan denize, ormandan dağına ele geçirmeye çalışan, onu mutlak kontrol almaya çalışan insanın tüm bunlardan sonra hedefi ne olacak, ilginç doğrusu…
Dünyanın, doğanın, çevremizin başına gelen felaketler az gelişmiş olduğumuzdan değil insanın çok gelişme arzusundan kaynaklanıyor olmasın!