Geçen hafta Cuma namazını Ankara Hasan Tanık Camisinde kıldık. Hocaefendi hutbede işadamı arkadaşının yönelttiği, kendisinin de cevap bulamadığını söylediği bir soruyu cemaate sordu. Bir süre düşündük soru içinden çıkılabilecek gibi değildi, içimize oturduğuyla kaldı…
Hocaefendinin işadamı arkadaşı ithalatla uğraşıyormuş, daha çok da Çin ile ticaret yapıyormuş. Çinliler ile sıkı ilişkiler kurunca dinimizin de emirlerinden olan tebliğde bulunmak istemiş. Çinli işadamına İslam’ın nasıl hoşgörü ve kardeşlik dini olduğunu, ticaret vb. günlük hayatı nasıl düzenlediğini, dinimizin emir ve yasaklarından bahsetmiş. Çinli işadamı ise rasyonel bir bakış açısı ile bana anlatma göster demiş. “Hoşgörü ve barış dini diyorsun ama yeryüzünde birbiriyle sorunu olmayan İslam ülkesi var mı? Dininiz ticarette aldatmayı yasaklamış ama Türklerle yaptığımız ticarette çok sıkıntılar yaşıyoruz. Verdikleri sözde çoğu zaman durmuyorlar. Bizi kandırmak için türlü yollara başvuruyorlar. Senin anlattığın dinde yaşayan insanları göremiyoruz, varsa göster.” demiş. Türk işadamı Çinlinin bu sözlerinin ardından cevap veremeyip konuyu değiştirmiş.
Türkiye’ye dönünce de başından geçen olayı bizim hocaefendiye anlatmış. Hocaefendi de doğal olarak bu soruya bir cevap verememiş. Aslına bakılırsa da verilebilecek gibi değil. Çinli haklı. Çünkü bizim dinimiz dört dörtlük bir din ama biz onu hakkıyla yaşayamıyoruz. Ucundan, kıyısından işimize geldiği gibi hareket ediyoruz. Gerçekten bugün yeryüzünde ya kendi içinde, ya da komşuları arasında etnik-mezhepsel çatışmalar başta olmak üzere sorunsuz bir tane bile İslam devleti bulunmuyor.
Hani Yusuf İslam’a atfen söylenen “İslam’dan evvel Müslümanları tanımış olsaydım korkarım Müslüman olmazdım.” sözü var ya maalesef durumumuzda bir değişiklik yok. Çinli işadamına da verilebilecek bir cevabımız yok. Elbette ülkemiz başta olmak üzere diğer İslam ülkelerinde de çeşitli istisnalar var. Çürüme bütün vücudumuzu sarmadı ama o kadar. Zaten bugün yaşayabiliyorsak, Allah bize nimet vermeye devam ediyorsa o istisna güzel adamlar sayesindedir. Allah’a şükür dinimizden bir şüphemiz yok. Dinimizin emirlerini, yasaklarını çok iyi biliyoruz ama bildiğimizle de kalıyoruz. Uygulama anlamında ciddi sıkıntılarımız var. “Kıl beşi, kurtar başı” diye kodladığımız İslam’ın en temel emirlerinden olan beş vakit namazımızı bile hakkıyla kılmıyoruz ki diğer ibadetlere sıra gelsin. Biz ancak dinimiz ve tarihimizle kuru kuruya övünmeyi biliyoruz. Günümüzde aksiyon anlamında hiçe yakınız.
Bu durum niye böyledir sorusuna çok sayıda cevap verebiliriz. En başta dini gündelik yaşamımızdan çıkardığımızı söyleyebiliriz. Şöyle ki beş vakit namazımızı da kılınca, orucumuzu da tutunca, zekât vb. ibadetleri yerine getirince sanki her şey bitmiş gibi normal hayatımıza devam ediyoruz. Normal hayatımız; ticarette insanları kandırma, arkadaşlarımızda sohbette yalan-dedikodu, gündelik hayatın her alanında başka insanların haklarına saygı göstermeyerek kul hakkına girmek. Hâlbuki bizim dinimiz sadece çeşitli ibadetlerde oluşmuyor. Ticaret, akraba ve komşu ilişkileri, gündelik hayatın her alanında çeşitli emir ve yasakları var. Bunların işimize gelen kısmını yerine getiriyoruz, gelmeyeni görmezden geliyoruz. Hani muhasebecinin yardımıyla daha az vergi ödemek için kırk takla atan işadamlarımızın, konu zekâta gelince de benzer bir davranışla defolu ve son kullanma tarihi yaklaşmış mallarla zekât vermeye kalkması gibi. Sanki hiç ölmeyecek, ahirette yaptıklarımızın hesabını vermeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Sezai Karakoç “Bütün zulümler, haksızlıklar, eksiklikler dünyayı bu dünyadan ibaret bilmekten kaynaklanıyor. Vakti hep “öğle” sanışımızdan, “ikindi”nin sırrından habersiz oluşumuzdan” diyor ya belki bir gün ikindinin sırrına vakıf olabilirsek bir şeyleri çözme noktasında adım atmaya başlayabiliriz.
Yazı biraz hutbe kıvamında oldu, dinimiz konusunda ahkâm kesmiş gibi göründük ama haddimize değil. Derdimiz hocaefendinin hutbesinin ardından içimize oturanı yüksek sesle dile getirmekti. Başınızı şişirdiysek affola.