‘Cennet çiçekleri’

Dr. Ramazan Tuzla

Kıymetli dostlar;

Bugün köşemizi, gıyabi olarak tanıştığımız fakat tanışıklığımızı henüz vicahiye çeviremediğimiz bir kardeşimizin, Bilal Arpaguş Bey’in hem kaygı dolu hem de hissiyat dolu şu satırlarına bırakmak istedim.

Kalemini ve kelamını, kemâline işaret gördüğüm kardeşimizin satırlarını, hissiyatınıza sunuyorum.

İşte o satırlar:

“Hiçbir zulüm ilelebet sürmez.

Gün gelir bugünler de mazi olur.

Gün gelir tam bağımsız Filistin devleti de var olur.

Gün gelir hüzünlerin yerini sükunete gark olmuş bir huzur alır.

Gün gelir Mescidi Aksanın duası kabul olur, dayanılamayan bu ayrılık, bu hasret biter ve İslam Kudüs'ü kucaklar, Müslümanla kucaklaşır.

İşte o vakitler:

Mescidi Aksa'ya, eşiğine alnını sürmeye giden Filistinli bir dede, torununun saçlarını okşarken:

- Dedecim, buradaki çiçekler ne kadar güzel kokuyor değil mi?

- Evet evladım, çok güzel kokuyorlar.

- Dedecim hem renkleri de çok güzel, bu çiçeklerin adı ne ki?

- Bunlar cennet çiçekleri evladım. Renklerini ve kokularını meleklerden alıyorlar.

- Nasıl yani dedecim, çiçek rengini ve kokusunu meleklerden nasıl alır ki?

- Bak evladım; bu şehir, şehadet şehridir. Bu şehrin işgalinde bir hafta gibi kısacık süre içinde dört binden fazla çocuk acımasızca şehit edilmiştir. Bir hafta içinde katledilen bu binlerce çocuğun yarısı sabidir.

- Sabi nedir dede?

- Sabi; ilahi nefestir, sabi işte o melektir, sabi cennet çiçeğidir, evladım, cennet çiçeğidir! O çiçeklere renklerini ve kokularını da işte o sabi melekler vermiştir.

- Melekleri de mi öldürdüler dede?

- Evet, melekleri de öldürdüler evlat...

- Peki bu sabilerin anneleri yok muydu onları koruyan?

- Heyhat...Anneleri, meleklerden önce öldürüldü... Annelerinin ölümüne üzülürken, meleklerin doğumuna şahitlik etmek acımızı küllendirmişti ama meleklerin olduğu hastaneler de bombalandı evlat...

- Melekler bile öldürülürken bu coğrafyadaki komşu Müslüman Arap devletleri ne yaptılar dede..?

- Ne mi yaptılar evlat, seyrettiler, seyrettiler, zulme seyirci kaldılar, zalimin zulmünü seyre daldılar...

- Peki meleklerin öldürülmesini engelleyebilirler miydi dede?

- Bak evlat: Bu bölgedeki Müslüman Arap toplumları dünyanın en zengin kimseleriydi. Melekleri asker göndermeden, silah göndermeden bile koruyabilirlerdi. Bu zengin Arap Müslümanlar ve onların devletleri; meleklere zulmeden ülkelerin bankalarından değil paralarını çekmek günlük nakit akışını kesselerdi bu zalimler melekleri öldüremezlerdi..!

- Ne yani, onu da mı yapmadılar dede..!

- Onu da yapmadılar evladım, onu da yapmadılar..!

Dede ile torunun arasında geçen bu konuşmaya şahitlik eden başka bir Arap Müslüman olaya derhal müdahale etti ve:

- Bak çocuk senin deden çok yaşlı. Belli ki; bazı şeyleri ya unutmuş ya da yanlış hatırlıyor. Bu sana anlattığı bilgiler doğru değil. Bu bilgiler tamamen çarpıtılmış bilgiler. Bu bilgiler oryantalistlerin uydurduğu yalanlar ve dolanlardır. Dedeni sevebilirsin ama bu dediklerine inanmamalısın çocuk, dedi...

Bunun üzerine çocuk adama sert sert baktı ve benim dedem yalan söylemez, size inanmıyorum, dedi...

Mescid-i Aksa'nın şahitliğinde gerçekleşen bu konuşmalara Türkiye'den gelen kafile içindeki bir aile de denk geldi. Türk ailedeki küçük çocuk babasına dönerek:

- Babacığım, dedenin torununa anlattıkları doğru mu, dedi?

- Evet evladım, maalesef doğru, dedi babası...

Bunun üzerine derin bir sessizlik kapladı ortalığı...

- Ne oldu evladım, neden bu kadar sessizleştin, neden böyle dalıp gittin, öldürülen melekler mi geldi aklına, diye sordu babası çocuğuna...

Bunun üzerine çocuk:

- Evet babacığım öldürülen melekler geldi aklıma ama o yüzden dalıp gitmedim, dedi.

- Peki neden daldın, diye sordu babası...

- Kudüs'ü, Mescid-i Aksa'yı ve bu şehrin meleklerini korumak için bunları dahi yapmayanlar, İstiklal Mücadelesi yıllarında bizim meleklerimize acaba neler yapmamıştır diye içimden geçti de o yüzden daldım, dedi...

Evladının bu sessiz haykırışı karşısında nutku tutulan baba, "hadi oğlum namazımızı kılalım da; meleklerimize, cennet çiçeklerimize dua edelim" diyebildi ancak..!

***

Mazi geçmiş bir zaman değildir, ibrete vesile olmaması halinde gelecekte tekerrür edecek bir günceldir aynı zamanda....

Siyasi tarih fevkalade muteber bir ilimdir.

Bu yönüyle siyasi tarih milletlerin kimliğidir, toplumların karakteridir.

Siyasi tarih devletler ve milletler için adeta paha biçilmez bir hazine kaynağıdır.

Bu nedenle devlet ve millet olmanın yegâne şartı siyasi tarihinizi bilmekten ve aynı zamanda gelecek nesillere onu sevabıyla, günahıyla; güzelliğiyle, çirkinliğiyle; iyiliğiyle, kötülüğüyle her ne ise o hali ile arı ve duru bir şekilde nakletmekten geçer.

Her ne suretteki niyetten olursa olsun - velev ki, bu niyet fevkalade muteber bir iyi niyet olsun- subjektif değerlendirmeye maruz kalmış bir siyasi tarih ibret verici olmaktan çıkar, hakikat öğütleyici olmaktan çıkar ve manipülatif bir hal alır.

Böylesi bir durum da siyasi tarihte iliklerin yanlış düğmelenmesine sebebiyet vereceğinden; asırlar boyu devam edebilecek hatalara ve sorunlara yol açar.

Siyasi tarihin bilinirliği asırlar öncesinden ya da yıllar öncesinden var olan sorunların, düşmanlıkların, hasımlıkların kin ve nefret yumağı haline dönüştürülerek günümüze taşınması demek değildir asla.

Hatta siyasi tarihe bu yönüyle yaklaşmak fevkalade ilkelliktir ki; hasımlıkları, düşmanlıkları, sorunları kronik hale getirerek günümüzü de yaşanmaz kılar.

Siyasi tarihin bilinirliği dünden çıkarılacak bir dersi kıssası ile milletine sunabilmelidir.

Öyle ki; milletleri gelecek yıllarda benzeri tavır ve tutumlardan alıkoyacak bu dersin yanlışı da, hatası da, kötülüğü de, çirkinliği de fevkalade büyük bir ederdir.

Milleti de bu iradeyi kuşanarak, devletini idare ettirmelidir.

Siyasi tarih hiçbir surette ama hiçbir surette zerre miskali kadar dahi duygusallığı kaldırmaz, kaldıramaz.

Özüne duygusallık karışmış bir siyasi tarih, su katılmış sütten daha bozuk bir aştır.

Zira su katılan sütten mayalanmış yoğurt nasıl ki cıvırsa ve akabinde süratle ekşirse; özüne duygusallık karıştırılmış siyasi tarih de sonraki nesillerin mayasını cıvıtır ve milli bilincini ekşitir.

Siyasi tarihe duygusallık karıştırırsanız, o sütten yoğurt olmaz; ancak ayran olur, ondan da cacık yaparsanız!!!”