CEHENNEME GİTME HAKKI MAHFUZDUR

Mert Aslan

Batının gücü büyük ölçüde reklam ve propaganda ile ilgili olarak 1920’li yıllarda başlayan akademik ve bilimsel çalışmalardan elde ettikleri profesyonel birikim ve becerilerden kaynaklanıyor.

Geriye dönüp şöyle bir bakın: Önce ürkütücü bir İslamî karakter ürettiler: Üsame Bin Ladin…

O karakter üzerinden devam ederek İslam’ı en korkunç rejim, Müslümanları da «tekrarlama yöntemi»yle bütün Avrupa ve Amerika’nın bilinçaltına yabanî, vahşî, katı yürekli, laftan ve halden anlamaz, acımasız, kısacası korkunç bir bedevî güruhu imgesiyle iyice kazıdılar.

Medya gücü ellerinde… Amerika ve Avrupa’da faaliyet gösteren bütün medyayı ele geçirseniz bile, mevcut Müslüman imajını kafalardan silmek, unutturmak ya da tersine çevirmek için en az yirmi yıla ihtiyacınız olacaktır. Yine de bu bizi umutsuzluğa düşürmemelidir ve eminim düşürmeyecektir. En zor anlarda bile umutlarını yeşil tutabilen bir topluluk olduğumuzu biliyorum.

Yapmamız gereken en önemli işlerden biri, her birimizin hem bütünlük ve tutarlılıkla taçlanmış ılımlı söylemlerimiz hem de insan ilişkilerindeki sevgi yüklü ve kucaklayıcı davranışlarımız ve eylemlerimizle herkes, ama istisnasız herkes için güvenli bir liman olmak zorundayız. Öyle ki, ayaküstü birkaç dakika da olsa konuştuğumuz herkes kendini özel hissetmeli ve refleks olarak «Bu şahıstan bana zarar gelmez» diye düşünebilmelidir. Bu, Sevginin Efendisi’nin en büyük sünnetlerinden biri değil midir ? Hadisleri okurken aklımız nerelere gidiyor? Neden bir türlü anlamıyoruz?!

Bu bağlamda, günümüzde bir Müslüman’ın birinci vazifesi yapay Üsame Bin Ladin figürünü yerle bir etmek, yani bu uydurulmuş korkunç Müslüman imajına karşı yukarıda belirttiğimiz de facto haliyle örnek teşkil ederek en etkin şekilde savaş vermektir. Aksi halde, bırakın mesaj vermeyi, insanların yanına bile yaklaşamazsınız. Sizi kılı kadar sevmeyen ve size hiç güvenmeyen birine ne anlatabilirsiniz ki?

Bugün İslam ülkelerinde verilen kavganın gerekçesi demokrasi, özgürlük ya da her neyse, bütün bunlardan önce bu toplumsal dalgayı durdurmaya çalışan hâkim güçlerin derdini ortaya koymamız gerekiyor. Açık konuşalım: Mısır, Suriye, Yemen, Tunus ve Türkiye’de Müslümanları etkisizleştirmeye çalışanların asıl sorunu İslamî yaşam biçimidir. Bunların çok zor veya karmaşık bir felsefesi yoktur. Basitçe söylemek gerekirse, İslamiyet’in sınırlarında kalmak istemiyor, keyiflerince sarhoş olup özgürce ve sınırsızca seks yapmak istiyorlar. Para, makam, şöhret ve benzeri faktörler, andığımız bu iki olanağa daha fazla erişim sağlamak için gerekli ve yardımcı araçlardan ibarettir. Bizdekilerin konuşmalarına ve yazdıklarına da bakarsanız, bunu hemen anlarsınız. Oturup da saatlerce kafa yormak gibi bir aptallık etmeyin.

Bu durumda yapılması gereken tek şey, Müslüman olarak insanların özel yaşamlarına karışmayı bırakmaktır. Biz kimsenin arkasından tecessüs (casusluk, hafiyelik) etmeyiz, ayıplamayız, kınamayız, baskı ve zorlama yapmayız. İslamiyet’i en güzel, en dostça ve uygarca formlar içinde dile getiririz, anlatırız. Başka bir lüksümüz yoktur. İçimizdeki bazı saftiriklerin sandığı gibi, «Dinde zorlama yoktur.» ayeti sadece gayr-i müslimleri değil, Müslüman olduğunu söyleyenleri de içine almaktadır. Çünkü münafığı insanların en aşağılık olanı diye tanımlayan bir kitaba inananların baskı ve cebirle münafık üreten bir mekanizmaya dönüşmesi affedilmez bir çelişki olur. İnsana irade (seçme gücü) bağışlayan Allah sınavda temel bir kural olarak ömür süresi içinde insanı fiillerinde serbest bırakırken, biz kim oluyoruz da özgür iradeyi ortadan kaldırmaya çalışıyoruz? İnsanları sopa zoruyla Cennet’e sokmaya çalışmak da neyin nesidir?

Her şeyi güzelce anlatın. Bütün insanca öğütlerinize karşın birileri illa Cehennem’e gitmek istiyorsa, bırakın gitsinler!

Cehennem’e gitmenin her hakkı mahfuzdur.