17 Eylül tarihi de tüm ajanslara bir son dakika haberi düştü. Lübnan'da, Hizbullah'ın üst düzey isimleri dahil, binlerce örgüt üyesinin kullandığı çağrı cihazlarının eş zamanlı ve uzaktan patlatıldığı ve 12 kişinin hayatını kaybettiği 2800 den fazla kişinin yaralandığı bildirildi. Hadisenin üzerinden bir gün geçmişti ki bu sefer telsizlerin patlatılmasıyla 25 kişinin hayatını kaybettiği 700'den fazla kişinin yaralandığı haberi düştü medyaya. İki günde toplam 37 kişi ölürken 3.500'den fazla kişi elini, gözünü, hayati organlarını kaybetmek sûretiyle yaralandı. Bu dehşet verici hadise, dünya savaş tarihinde yeni bir sayfa açtı.
Bu saldırılar, siyonist satanist İsrail terör örgütünün Filsitin topraklarını tamamen ilhak ile yetinmeyeceğini, her geçen gün cepheyi genişleterek arz-ı mev'ûd safsatasını gerçekleştirene kadar tüm bölgeyi savaş alanı haline getirip işgali genişleteceğini de net bir şekilde gösterdi. Bu durum, "Banane yaaa Filistin'den, ben Arap mıyım?" diyen, gaflet uykusundaki sığ akıllıları uyandırmaya yetti mi? Maalesef, hayır... Onlar hâlâ "Rakı, balık, ayvalık modundalar." Filistinlilerden nefret ettikleri gibi kendilerinden de nefret ettiklerinin ve sadece sırasının gelmediğinin farkında değiller. Belki de onun için gece iki de, 120 bin-180 aralığında satılan, potansiyel kiralık katillerini alabilmek için telefon mağazalarının önünde sıraya geçiyorlar.
Dünya savaş tarihinde böyle bir saldırı örneği yoktu. Yaşananlar ilk. Mossad veya FBI daha önce elektronik cihazlar marifetiyle tekil suikastler yapmıştı. Ancak eş zamanlı olarak binlerce cihazı patlatmak suretiyle insanları öldürmek haince ve alçakca bir saldırı. Hem usûl, hem de fiil olarak değerlendirdiğimizde yeni savaş teknolojilerinin piyasaya sürüldüğüne şahit oluyoruz. Siber/elektronik, frekans/rezonans saldırısı akıllara ister istemez şu soruyu getirdi? Kullanmış olduğumuz cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar, modemler, elektrikli otomobiller, robot süpürgeler hatta mikro dalga fırınlar aynı şekilde patlatılabilir mi? Hayatımızı ve etrafımızı saran tüm elektronik cihazlar bir suikast silahına dönüşebilir mi? Frekans teknolojisi ile bunu yapmak bilimsel açıdan mümkün gibi gözüküyor. Bilim ve teknolojiyi üretenlerin açık ve gizli emelleri, insanlığa bakışı, ahlak anlayışı, insafı, vicdanı imal edilen bu cihazları insanlığın geleceği açısından bir tehdit ve felakete dönüştürebilir. Bilimsel ahlak, sadece bilimsel bilginin/teknolojinin üretilmesi sürecini değil, niyet ve akıbetini de değerlendirmelidir. Hesap verme korkusu, ebedi ödül veya ceza inancı ve insanlığa sevgi ve saygısı olmadığı müddetçe; bilim/teknoloji art niyetli insanların elinde bir ihanet silahına dönüşebilir.
Maraş depreminde ve bir takım atmosferik afetlerde gündeme gelen HAARP, yüksek frekansla iklim olaylarının elektromanyetik müdahalelerle afet seviyesine çıkarılabileceğini öngörmekte idi. Aynı şekilde düşük frekanslı dalgalarla da içerisinde lityum-iyon pil taşıyan ve frekans üzerinden veri gönderip alan her cihazın potansiyel bir suikast silahına döndürebilecek teknolojik/sibernetik ve yapay zeka eksenli çalışmalar yürütüldüğünü kamuoyu tanımış oldu. Cihazlara üretim esnasında patlayıcı konulup konulmadığı, cihazların üretiminde kullanılan plastik malzemenin ya da bir takım elementlerin (lityum-iyon) etkileşimle patlayıcıya dönüşüp dönüşmeyeceği konusu fizikçilerin, kimyacıların ve mühendislerin alanına giriyor. Ancak robot süpürge diye pazarlanan bir takım cihazların, kullanıldığı evlerdeki görüntüleri çekip sosyal medyada paylaştığı haberleri daha önce çıkmıştı. Aynı şekilde cep telefonlarının/bilgisayarların korsan yazılımlarla uzaktan kontrol edilebilliği, dinlenebildiği, kamera sistemlerinin erişime açılabildiği üzerinde de ciddi şüpheler ve bulgular söz konusuydu. Cep telefonları konum tespiti konularında işbirlikçi ispiyoner gibi kullanılabiliyor. Teknolojik cihazların, evimizdeki casuslara ve art niyetli insanların truva atları'na dönüşmesi çok zor değil.
Bu alçak saldırı, insanlığın kendi kendini köleleştirmesi, yok etmesi noktasında hangi düzeye geldiğini de net bir şekilde göstermektedir. İnsansız hava, kara ve deniz araçları, uydular, radarlar, sinyal kesiciler/karıştırıcılar gibi teknolojik silahların yanı sıra bilişim, haberleşme, iletişim için kullanılan elektronik cihazların da silaha dönüştürülebilir ve suikast için kullanılabiliyor olması insanlığın geleceğinin hangi istikamete doğru gittiğini göstermektedir.
Lübnan'a yapılan bu siber saldırı; sibernetik, elektronik, elektromanyetik savaş ve savunma teknolojilerini üretmeyip sadece tüketenleri nasıl tehlikeler beklediğini de çok net ortaya koydu. Gelecek adına hür ve bağımsız yaşamak istiyorsak; gelecekte torunlarımızın, nesillerimizin özgür bireyler olarak hür/bağımsız bir ülkede yaşamalarını istiyorsak bugün bu alanda siyonist satanist terör örgütlerinin sahip olmuş olduğu teknolojinin de ötesinde donanımından yazılımına kadar her şeyiyle yerli ve milli teknolojiler üretmek zorunda olduğumuzu umarım anlamışızdır. Aksi halde kısır, günübirlik çekişmeler, eyyamcılık bizi ve nesillerimizi fikren, zihnen, ruhen, fiziken köleleştirecektir. Yerli ve milli yazılım, teknoloji, geleceğin belirleyici gücüdür. İstikbalde izzet ve şerefle yaşamanın yolu; kendi ırkları dışındaki tüm insanlığı goyim olarak gören, köleleştirmek isteyen, siyonist satanist teröristlerin sahip olduğu teknolojiden çok daha fazlasını üretmek ve sahip olmaktan geçiyor. Yerlilik ve millilik, küreselleşmiş dünyada başı dik yaşamanın birinci öznesi olarak gözüküyor.
Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için, kodlama, yazılım, sibernetik, yapay zeka konularında yorulmadan çalışacak yerli ve milli kafalara ihiyaç var. Bunu başaramadığımız zaman Lübnan'da denenen iğrenç ve alçak saldırı, Filistinde bir yıldır devam eden soykırımın bir sonraki mef'ûlü biz oluruz. Ya da boş verin bunları. Rakının litresi 140 lira olsun. Yanına 250 gramda beyaz leblebi alıp çakırkeyf olduğumuzda; aydın, çağdaş, medeni, entellektüel ve modern olacağız...