Çaresiz bir çocuğun bakışlarındaki soğuk kadar dokunmadı hiçbir soğuk çaresizliğime…
Soğuk… Zemheri diyorlar adına, kesiyor ve dokunuyor, cam kesiği gibi bir sızı dolaşıp buluyor teninizi, nefesiniz donuyor kalbinize veda ederek. Yağmur yok, kar yok, rüzgâr yok, soğuk var. İnsanların paltolarına daha sarılarak, elleri ceplerinde, başları önde öylece yürürken savaştıkları soğuk var. İliklere kadar işleyen, inceden inceye, gizliden gizliye avucuna aldığı her insanı sabaha bırakmayacak kadar kararlı bir soğuk işte…
Kaldırım… Beton bir zemin, kara kapara, her adımı daha çabuk atıp bir an önce teması kesmek istediğim kaldırımlar… Gelip geçen insanlar, hızlı adımlarla yürüyüp giden, gitmek değil kaçmak belki… Ve gece; yıldızsız, gamsız, ışıksız, sır ve gizem dolu gece…
Soğuktan kaçıp kurtulmak istercesine, yürüyorum cadde boyu. Büyük, eski ve resmî bir binanın asık suratlı bir duvarı, yüzlerini karanlıktan seçemediğim insanlar hızla gelip geçiyor yanımdan, buğulu camlarıyla küçük büfeler, ışıltılı vitrinler yetmiyor karanlığa.
Ve bir çocuk; sırtını yaslamış o duvara, kaldırıma, betonun üzerine oturmuş, çıplak elleriyle, şapkasını giymemiş gocuğunun, diz çökmüş, neredeyse orada olduğu bile belli değil, önünde bir tane sadece bir tane kâğıt mendil… Neden burada ve nasıl burada, bu yaşta, bu soğukta? Buraya ait olmayan tek şey sensin oysa…
Bakışlarıyla takip etti beni, tek bir kelime etmedi, başı sabit, öylece hareketsiz ve tepkisiz, gözleriyle konuştu benle; ne dedi ya da ne demedi ve yüreğimi nasıl deldi? Bu soğuk gecede, buz gibi betonun üzerinde dizleri üzerine çökmüş daha beşinde bir çocuk hangi sebeple oturur böylece?
Ağır çekimde filme alınmış gibi gözlerimiz birbirine kilitlendi, yavaşladı her şey, adımlarım hız kesti ve koptu bir an, çevirdi gözlerini ve son sürat devam etti hayat. Döndüm geriye, önünde durdum “bu soğukta biz yürümeye korkuyoruz, sen nasıl oturuyorsun haydi evine!” diyecek oldum, tekrar kaldırdı başını, bana baktı, köşeye doğru çevirdi başını, sustum…
Çocuğun önündeki mendili satın alsam, daha parayı cebine koyamadan gelip alacak birileri, ya da ihtiyaçtan, kim bilir belki evde bekleyen annesi, iki kardeşi… Ne kadar mendili var toplasam, koysam üç beş kuruş cebine, kaldırıp göndersem evine, yok olmaz böyle. Kızıp bağırsam, kovsam, gidecek başka yere. Polise mi haber vermeli, bugün tamam ya yarın ve ötesi!
Vereceğim tek lira hangi derdine merhem olacak çocuğun, yüreğindeki buzu nasıl çözecek? Sağa baktım, sola baktım, gelip geçenler yokmuşuz gibi davrandı. Çaresizliğim aldı başını, isyan kaldırdı bayrağını. Bir kadın gelip, çocuğun önündeki mendili aldı, betona demir bir para yuvarladı, “yazık!” dedi yanındakilere ve uzaklaşıp gittiler öylece. Ben kaldım, çocuk kaldı, çaresizlim kaldı.
Çocuğa baktım, çocuk bana baktı, hiç konuşmadı, başını usulca çevirip, gözleriyle “git” işareti yaptı. Git! Ellerimi cebime koydum, ceplerim soğuktu, hava soğuktu, dünya soğuktu. Üşüdüm, çok üşüdüm.
Kim hangi nutku atarsa atsın, birileri dem vursunlar çocuk haklarından, birileri dernek kursun, birlik kursun, organize olsun. Çıksın birisi sosyal çözülmüşlükten dem vursun, birisi devlet anadan diğeri polis babadan şikâyetçi olsun. Projeler üretsin akademisyenler, anketler yapsın enstitüler, yazılar yazsın masada köşe yazarları… Ben gibi, tıpkı ben… Çaresizliğimin beni yendiği bu gece bu çocuktan daha çaresizim.