Bir işe koyulan insan, bu işi yaparken bir amaca hizmet eder. Amacın hayra hizmet etmek olup olmaması ise, yapılan işin mahiyetine ve yapan kişinin niyetine göre değişkenlik gösterebilir.
İnsan hayatının ana omurgasını oluşturan amaçlar, değerler ve olmazsa olmazlar vardır. Bu omurgayı sağlam temellendirmelerle oluşturursa kişi, zaman zaman taviz verme eğilimi gösterse bile omurga yapısı kolay kolay bozulmaz.
Bu yapıyı hayatları boyunca oluşturamayanlar, amaçsız yaşayan, bugün burada, yarın başka sevdalarda kol gezen, iki yakası iki dünya düşüncesi olmadığı için bir araya gelmeyen, omurgasız varlıklar olarak hayat sürerler.
İki dünyaya inancı olan insanlar her daim kendilerini tartarlar. Orta çizgiden ayrılıp ayrılmadıklarını zaman zaman düşünürler. Hatalar insanlar içindir, hata yapsalar da, bu hatalardan ders çıkarmayı bilirler. İnananlar, amacından sapmayanlar Allah’ın yeryüzündeki elçileri oldukları bilinciyle hareket ederler.
Amaç, amaç, amaç… Peki bu amaca nasıl ulaşmak gerekir? İsteyerek, azim göstererek, istikrarlı olarak, sebat ederek… Hangi işi bu bilinçle ve çok isteyerek yaptık da başaramadık dersiniz? Son zamanlarda popüler olan ve benim de hoşuma giden bir söz var: Ne yaparsan yap, aşk ile yap. Hangi işi aşk ile yaptık da Allah’ın yardımı da bize yetiştiği halde muzaffer olmadık!
Teslimiyet kavramı hakkında ne düşündüğümüz sorulsa, neler neler söyleriz. Bir konuda yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra Allah’a boyun eğmektir, O’nu tayin ettiği sonuca tabi olmaktır. Allah’a tam teslimiyetle bağlı mıyız? Bağlı olmayanlar, ömürleri boyunca teslim olmayanlar teslimiyet kavramını idrak edemezler.
Şimdi gelelim bu yıl 563. yılını idrak ettiğimiz ve ecdadımızın kutlu müjdeye mazhar olduğu kutlu fethe. İstanbul’u ve dahi gönülleri fetheden, müjdelenmiş komutan Fatih Sultan Mehmed ve erleri hangi amaç doğrultusunda ve duygularla fethi gerçekleştirdiler dersiniz?
Ecdadımız, aksal gaye yolunda ilerlemiş, amaçlarından saçmadan, azimle Allah’ın dinini yeryüzünde yayma görevini kendilerine görev addetmiş, yardımın kendilerine ulaşmasıyla muzaffer olmuşlardır.
Onları anlamak için hayat tarzımıza bakmamız gerekir. Onların frekansında değilsek, aynı istikamette olsak bile bizim frekansımızda farklı şeyler çalacak. Hiçbir zaman aynı musiki olmayacak kulağımızda. Frekansımızı kontrol etmekte fayda var.
Çıkmış birtakım kendini bilmez “iki dandik takayı Haliç’e indiren” diyerek ecdadı yermeye çalışan bir tavırla “bir yeri gasp etmeyi fetih diye kutlayan aptal” diye iğrenç bir üslup kullanarak çukurlaşan, kökünün nereye bağlı olduğu belli olmayan zevat, bilmedikleri tarih üzerinden ahkam kesiyor.
Tarihe altın harflerle yazılan ecdadını yerme telaşına düşmüş, entelektüel geçinen, dar kalıplara yığılmış kalmış bire gafil!
Unutma kardeşim:
En mukaddes ve bir o kadar da cefası çok olan göreve talip olan, yere göğe sığamayan, tüm dünyaya hükmeden ve din, dil, mezhep ayrımına gitmeden herkesi kucaklayan Osmanlı torunusun sen!
Canlan da meydan senin gibi koca yürekli, cengâver torunlar, mert kadınlar görsün.
Canlan da sen yürü, dünya arkandan yürüsün.
“Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!”
-------
“Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!”