Bundan tam bir asır önce bugün milletimiz çok önemli bir sınavın ilk gününde, gelecek dönemini derinden etkileyecek bir aşamanın arifesinde idi. İstemeden itildiğimiz bir mecra, istemeden edindiğimiz bir tecrübe. Avrupa’nın ‘hasta adamı’nı alt etmek için kapsamlı bir komplo kurulmuş, ‘kötü gidişi’ durduralım derken eldekini de kaybetme durumuna gelmiştik.
İstanbul’un işgalini önleyebilecek, İmparatorluğunun sonunu getirebilecek dönemi bitirebilecek yegâne yol olarak Çanakkale kalmıştı. Milletin onurlu direnişiyle o kale geçilemedi. Geçilmemesi için memleketin her bir tarafından, tüm bölgelerinden eli silah tutan herkes sultanını ve halifesini kurtarma saikıyla harekete geçti.
Çanakkale bir açıdan bakınca ‘bir devrin battığı yer’, diğer açıdan ‘bir dönemin başladığı dönem’ olarak ön plana çıktı. Uzunca bir süredir ihmal ettiğimiz ortak değerlerimizi ve gelecek tahayyülümüzü bu vesileyle yeniden keşfetme lütfuna eriştik. Ama öte yandan, memleketin yetişmiş insan gücünü, zengin insan kaynağını kaybettik. Bir daha iki yakamız bir araya gelmedi.
Çanakkale’de ‘dost’ olarak nitelendirebileceğimiz herkes bizim safımızda, ‘düşman’ olarak isimlendirebileceğimiz herkes de karşı tarafta yer aldı. Bilmeden karşı tarafta bulunanlar daha sonra o yaptıklarından pişman oldular. Bu ruh bizi derinden etkiledi. Sadece şahsımız değil, karşımızda olanlar da olup, bitenlerden ‘nasiplerini’ aldılar.
Bugün ayıplanan, karalanan ve propaganda savaşlarıyla kötülenen pek çok topluluk o dönemde hakkın ve haklının yanında yerlerini aldılar. Olması gereken yerde. ‘Bedrin Aslanları’ kavramı bilinçli bir tercihle kullanıldı. Bedir ahalisinin ilk Müslümanlar arasında sahip oldukları yerle Çanakkale arasındaki özel bağ dikkatlerden kaçmadı. İkisi de çok müstesna yerlerde.
Çanakkale geçilemedi. İyi ki de öyle oldu. Savaşın akabinde Çanakkale ‘mâniası’ ortadan kalkınca neler olabileceğini hepimiz gördük. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar sıraya girdiler. Payitahtı işgal cüretine sahip oldular. Nasıl ve niçin olduğunu bilemediğimiz bir anda da geldikleri gibi ‘çektiler gittiler’. Bize ise ‘devrimlerimiz’ ve ‘devrimcilerimiz’ kaldı.
O günden beri Çanakkale’yi unutamadık. Unutmamamız da gerekiyor(du). Merhum Akif’in Çanakkale Şehitlerine adlı şiirinde mündemiç bulunan ruh halini anlamadan milletin hissiyatını anlamamız da mümkün olmayacak. Ama Çanakkale sadece askeri bir destan değil, manevi bir değer olarak kalbimizde yerini aldı.
Konya bu zaferde aslan payına sahip. En önde gelen şehirlerden biri. Anadolu’nun halet-i ruhiyesini anlamak için Konya’yı anlamak gerekiyor. En fazla şehitle müşerref olan bu şehir Çanakkale’den aldığı şevkle yoluna devam ediyor.
18 Martta deniz savaşları ile başlayan Çanakkale hikâyesi, 24 Nisan kara savaşlarıyla iyice dramatik bir hal aldı. Denizden başarı elde edemeyen işgalciler, karadan saldırıya geçtiler. İlla saldıracaklar. İlla Osmanlı’yı bitirecekler.
Altı yüz yıl beklemişler, nihayetinde. On altıncı yüzyılın başında, yani tam da Osmanlı’nın süper güç olarak sahneye çıkmasına ramak kala Endülüs Emevilerinin Avrupa’dan atılmasına bile sevinememişler. Osmanlı onun yerini ikame etmiş. Hatta daha kuvvetli bir şekilde. Emevilerin güçlerinin ulaşamadığı yerlerde Osmanlı mevcut olmuş.
Bugün bize düşen Çanakkale’yi gelecek nesillere anlatmak. O dönem anlaşılmadan bugün ve gelecek anlaşılamaz. O dönem hakikaten bir devrin battığı, yeni devrin başladığı bir dönemdi. Çanakkale’de olmayanlar, esamisi okunmayanlar savaştan sonra öne çıktılar. Merhum Aliya Izzetbegoviç’in deyimiyle ‘Sığınak savaşçıları’ gündemi belirlediler. Şaşırtıcı bir durum yok yani.
Tarihe takılıp, kalmıyoruz. Tarih bugüne ve yarına ışık tutabildiği oranda yararlı dersler sunabilir. Bilincindeyiz. Bugün benzer bir konjonktür olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Etrafımız ateş çemberi. Tüm ülkelerde bir şekilde bir şeyler oluyor.
Türkiye hamdolsun kötü durumda değil. Her geçen gün gücüne güç katma derdinde. Mesela terör meselesinde yeni bir noktaya geldiğimizi ifade edebiliriz.
21 Martta önemli açıklamalar bekliyoruz. İnşallah Çözüm Süreci olumlu meyveler verecek. Terör bitirilecek. Teröristler kaybedecek. Şehit yakınlarımıza ve gazilerimize sabrı cemil diliyorum.
Çanakkale konusunda şu ana kadar kayda değer programlar düzenleneceğini söylemek zor. Oysa Çanakkale’ye ne kadar çok eğilsek, anlamak için ne kadar çok mesai harcarsak o kadar iyi olacak. Çanakkale sadece piyeslerle, tiyatrolarla ve temsillerle anlatılamayacak kadar büyük. O ruhu vermeye dönük çalışmalar yürütülmelidir.
100. yıl önemli. Aradan geçen süre zarfında kaç nesil geldi, geçti. İki yüz yıl önce kararan bahtımız bugün değişebilecek durumda. Değişim bize bağlı. Biz istersek olur. İstemezsek de olmaz. Bugün bu iradenin mevcut olduğunu ifade için yeteri kadar sebebimiz var.
Asıl üzerinde durulması gereken nokta o ‘ruh’. Ruhu çözersek, onu anlayabilirsek geleceğe daha güvenle bakabiliriz. O günün şartlarında o ruh o kadar insanı bir araya getirmişti, gene o ruh bundan sonra toplumu bir arada tutacak. Ümmet bugün 100 yıl öncesinden farklı durumda değil. Arakan, Karabağ, Suriye, Sincan, Keşmir, Mısır, Filistin, Kırım başta olmak üzere tüm Müslüman coğrafya zulümlerle inliyor.
Çanakkale’de gerek şehit düşen, gerekse gazi olan dedelerimizle ne kadar gurur duysak azdır. Onlar bize bir ruh bıraktı. ‘Şehit veren’ ninelerimize henüz hiç laf etmedik. Onlar orada öylece destek vermeselerdi tabii ki dedelerimiz şehit olma şerefine nail olamazlardı. Çanakkale destanı çıkaran milletimiz her türlü övgüye layık.
Zaman zaman birilerini eleştiriyoruz. Şu veya bu nedenle hata yaptıklarını söylüyoruz. Milletimiz hala dik, hala gururlu, hala en iyiyi hak ediyor.
Çanakkale bize bunu dikte ediyor.