Geçtiğimiz günlerde, Zonguldak’ta bir imam, vaazında hanımların giyim kuşamından söz eder. Bu arada cemaatten iki kişi de “Vay sen bunu filenin sultanları için söylüyorsun, senin arkanda namaz kılınmaz” diyerek camiden çıkar. Soluğu il müftüsünün yanında alırlar. Müftü, imamı çağırır ve ifadesini alır. İmama uyarı yapar. Müftü, yaptığı 3 dakika 39 saniyelik video kaydında “Anayasanın 36. Maddesinde ifade edildiği gibi laiklik çerçevesi içinde hareket ettiklerini ve milletimizin gururu olmuş milli sporcularımız hakkında hedef gösterilerek böyle bir konuşma yapılmasının kabul edilemeyeceğini, güncel konuların gündeme getirilmemesini ve bu konuda daha duyarlı olunması gerektiğini” ferman buyurmuşlar. Bu müftü, Allah’ın dininin savunucusu değil de, sanki laik-Kemalist ideolojinin bekçisi… Laiklerin, İslam dışı kavramları kullanarak bir asırdır Müslümanlara zulmettikleri değerlere sahip çıkmak sana mı düştü? Sen celladına mı âşıksın be adam!!! Madem, “Müslüman laik olamaz, laik olduğunu söylüyorsa Müslüman kalamaz” diyecek yüreğin yok, bari sus da müftü sansınlar. Video yayınlayarak, düşmanın değerlerine hayran, kendi değerlerine düşman açıklamalar yapan bir cumhuriyet müftüsü olduğunu ilan etmek zorunda mısın?
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da, katıldığı cuma namazında hutbe okuyan cami imamına “Atatürk’ü anmayacak mıyız? Atatürk’e rahmet okumayacak mıyız?” sözleriyle tepki gösterdi. İmamın hutbesine devam etmesi üzerine Özdağ’ın “Atatürk’ün ruhuna Fatiha” diyerek cemaati Fatiha okumaya davet etti. Cemaat de şaşkın şaşkın bakakaldı.
Efendiler! Camilerimiz, Üstat Sezai Karakoç’un ifadesiyle; “Kürsüsüyle bir mektep, mihrabıyla bir mabet, minberiyle bir devlettir.” İslamî gerçeklerin anlatıldığı bir “Halk üniversitesi”dir. En azından öyle olmalıdır. Fakat laik sistemin memesinden emerek büyüyen cumhuriyet neslinin belli bir kesimi, İslam’ı bir hayat nizamı değil de, milleti meydana getiren dil, coğrafya, ırk ve kültür gibi aparatlardan biri olarak görür. Onu devlete karıştırmaz. Aksine devleti ona müdahale eden bir aygıt olarak kullanır. İnandıkları laiklik ilkesi; “Din, devlete, devlet de dine karışmaz” dese de, devletin dine müdahale ettiği Bizantinist sistem, onların işine gelir.
Böyle bir laiklik dayatmasıyla yetişen nesil de camilerdeki hatiplerin konuşmaları, laiklik putuna dokunduğu zaman, sahte dinlerini sahiplenme adına tepkilerini ortaya koyarak holiganlık yaparlar. Örneklendirmeye devam edecek olursak:
Kahramanmaraş Merkez Hz.Yunus Cami İmam Hatibi Şevket Bozdoğan, görev yaptığı camide yaşadığı bir itiraz olayını şöyle anlatıyor: “2003 yılında cuma günü hutbede, Vali İlhan Atış Beyle camide yaşadığım bir anımı anlatacağım. 20 yıl önce Kahramanmaraş Merkez Hz.Yunus Cami İmam Hatibiyim. Hutbenin konusu “Cami ve Cemaat.”
Hutbede; “Anneler babalar olarak çocuklarımızı camilerle tanıştırmazsak, eğitim sistemi çocuklarımıza camileri telkin etmezse, camilerin 24 saat açık olmasının hiç bir anlamı yoktur” dedim. Vali bey itiraz etmek üzere elini kaldırdı. Yanındaki yaşlı bir cemaat, vali beyin ceketini tutarak; “Otur oğlum hocaya karşı gelinmez” dedi. Hutbeme devam ederek; “Camiler İslam toplumunda hayatın merkezidir. Ne zaman ki batının bize getirdiği “Din işi ayrı dünya işi ayrı” felsefesiyle camilerden koptuk veya koparıldık. İşte o zaman hayatımızdan tehlikeli ırmaklar akmaya başladı” dedim. Vali bey yine itiraz için elini kaldırdı. Yanındaki yaşlı cemaat, valiyi tekrar uyardı. Hutbeyi tamamlamak üzereyim: “Günümüz Müslümanları camiye girerken makamımdan ve rütbemden olurum endişesini duymadan özgürce camilere girebilmeli” dedim. Vali bey, “Türkiye Cumhuriyetinde namaz kıldığı için hiçbir vatandaşımızın makamı elinden alınmadı, rütbesi sökülmedi” sözlerini söyleyerek “İtiraz ediyorum hocam” diye bağırıp ayağa kalktı. Cemaatimden bir yiğit (Hami Doğan), “Otur lan yerine diye” bağırdı. Vali bey, “Ben valiyim” dedi. Aynı cemaat “Ne olursan ol, otur yerine” diye bağırdı. 28 Şubat mağduru bir komutan (Ali Erdem) sesini yükseltti. Bu esnada 100’e yakın cemaat, vali beyin üzerine, bağırarak yürümeye başladı. Ben cemaate “Lütfen oturur musunuz? Cami adabına uygun hareket edelim” dedim. Vali beye de, “Siz camiye girerken makamınızı dışarda bırakmak mecburiyetindesiniz, saf düzenine bir bakınız, makamlara göre saf düzeni yok” diyerek “Allah katında üstünlük takvadadır” ayetini okudum ve ortamı sakinleştirip cuma namazımızı eda ettik. Namazdan sonra Emekli Hâkim Mustafa Arpak Bey kendini Vali beye tanıtıp, “Hocamın konuşmasında hiçbir yasal suç yok, siz yanlış yaptınız” dedi. Cemaatimizden 28 Şubat mağduru komutan Ali Erdem, vali beye, “Yanlış yaptınız. 28 Şubat’ı ne çabuk unuttunuz? İnsanların namaz kıldığı için makamından alındığını, rütbesinin söküldüğünü bildiğiniz halde “böyle bir şey yok” diye nasıl söyleyebiliyorsunuz? Sizin bugün bizim huzurumuzu bozmaya ne hakkınız var, siz provokatör müsünüz” deyince, Vali bey cemaatimize dönerek “Bu gün ben yanlış yaptım tüm cemaatten özür dilerim” dedi ve camiden ayrıldı.”
Aslında hak ve hakikat karşısında susmayan böyle bir imam ve böyle duyarlı cemaat bütün camilerimizde olmalı ve provokatörlere haddini bildirmeli, o vali gibi, dediğine pişman ettirilmelidir. Bu provokatörler de kendilerinin, taşların bağlandığı, köpeklerin serbest bırakıldığı bir ülkede olmadıklarını fark etmelidir.
Aynı şekilde bidat ve hurafe batağına gömülerek dini yaşamayı, sofiyane bir hayat tarzı olarak algılayıp gerçek İslam kendilerine anlatılınca zihin konforları bozulan sahte tasavvufçular da benzer efelenmeyi camilerde sergileyebilmektedir. Geçen yıl, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Fıkıh Profesörü Ahmet Yaman hoca, Konya Kapı Camii kürsüsündeki vaazında tevhitten bahsediyordu. Şirke düşmeden bu dini yaşamanın gereğini ve bunun da ahiret geleceği için olmazsa olmaz olduğunu belirtti.
“Mesela birisi kalksa dese ki; ‘Allah’tan istedim vermedi, filandan istedim vermedi. Sonra evliyaullahtan birinin adını zikrederek;
-Yetiş ya filan! dedim ve o da yetişti’ dese olur mu?” diye sordu. Önde olan cemaatten biri;
-“Olmaz mı hocam? Elbette olur. Yıllarca Tahir hocamız bu kürsüden, Lâdikli Ahmet Efendinin kerametlerini anlattı, anında imdat ettiğini söyledi” dedi.
Bir başkası; “Siz zaten tasavvuf düşmanı hocasınız, Fetöcüsünüz” diyerek kalktı gitti.
Ahmet Yaman hoca: “Aziz kardeşlerim! Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortak tanımaz. Allah’a ait fiilleri kullara giydiremeyiz. Allah’a özgü ve O’nun gücü dâhilinde olan fiil ve sıfatları insanlara veremeyiz. O zaman namazlarda okuyarak itiraf ettiğimiz, bir nevi söz verdiğimiz “İyyake n’abüdü ve iyyake nestaîn/Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz” ayetini nasıl izah edebiliriz? Hüsnü niyetle maneviyatına, ahlakına, ilmine güvendiğimiz, kerametine şahitlik ettiğimiz salih insanların elbette öğütlerini dinleriz, ahlakı ile ahlaklanırız. Fakat şunu unutmayın ki, peygamberlerin dışında hiçbir kimsenin ahiret garantisi yoktur. Bizim salih ve veli bildiğimiz insanların da ahiret garantileri yoktur. Lütfen birbirimizi iyi anlayalım. Tasavvuf düşmanı gibi yaftalamalardan uzak durarak tevhidi iyi kavrayalım. Bu çok önemlidir…” şeklinde gayet tatlı bir üslupla konuyu bağladı.
2015 yılında bir grup arkadaşla Diyarbakır’a gitmiştik. Ulucami İmamı Ömer hoca hutbede, ismiyle uyumlu cesaretiyle; “Diyarbakır, peygamberler şehridir. Terör şehri olarak anılması üzücüdür. Üç-beş çapulcunun, şehrin bir bölgesinde sergilediği terörle, Diyarbakır’ın peygamberler şehri olduğu gölgelenmiştir…” diye başladığı hutbesinde PKK’ya verip veriştirince, cemaat içinden birkaç PKK sempatizanının holiganca tepki göstermesi üzerine bir grup Müslüman onların üzerine yürüyerek karga tulumba dışarı atmışlardı. Namazdan sonra imam odasına giderek tanışıp tebrik etmiştik.
Evet, ne diyelim? Allah’ın evinde, Allah’ın dinini net olarak, sansürsüz bir şekilde anlatamıyoruz. Allah’ın memurluğunu, devletin memurluğunun önüne geçirmediğimiz sürece anlatamayacağız da… Laik devletin memurluğuna kendilerini adamış bazı müftüler, Demokles’in kılıcı gibi ensemizde sallanacaklardır. Buna rağmen her türlü riski göze alarak anlatan cesur yüreklere selam olsun.
Merhum Necip Fazıl üstadın ifadesiyle:
Camiler serbest amma bütün yolları yasak,
Onlar meydana hâkim, bizse camide tutsak!