Korona dolayısıyla mescitlerden epey uzak kaldık. Özellikle Avrupa’da mescitlere kilit vuruldu. Bu esnada mescidin önünden geçerken iç geçirdiklerini, bu zamana kadar ihmal ettikleri mescitlere, açılır açılmaz sahip çıkacaklarını söyleyenlere şahit olduk. Ben de bunları samimi ifadeler sanarak camiler ibadete açıldığında cemaat patlaması yaşanacağı beklentisi içine girmiştim.
Gün geldi, otuz kişilik gruplarla namazların kılınabileceğine, sonra yüz kişiye çıkarılacağına Hollanda makamlarınca izin verilince hayal kırıklığına uğradım. Dağ fare doğurdu. Caminin lokalleri ve avludaki kamelya altları doldu-taştı. Fakat ezan okunduğunda bunun camiye yansımasını göremedik. Korona öncesi cemaatimizle, kaldığımız yerden devam etmekteyiz. Meğer bu arkadaşlar, caminin lokal ve kamelyasında oturup -âmiyâne ifadesiyle- geyik muhabbeti yapmayı özlemişler. Hatta bir gün sohbet esnasında onlara “Anlaşıldı, korona size yetmedi, kafanıza taş yağsa yine ibret almayacaksınız” dedim. “Haklısın” demekle yetindiler.
Yüce Allah, iman zafiyeti içinde olan bu tür insanların “zoru görünce” ve “zor geçince” takındıkları tavırlarını/âdetâ onların iç röntgenlerini, çok beliğ bir şekilde şöyle oraya koyuyor:
“Karada ve denizde yol alıp ilerlemenizi sağlayan O’dur. Gemide bulunduğunuzda, güzel bir rüzgârla gemiler onları kaydırıp götürdüğü ve bu yüzden sevinç içinde oldukları sırada onları bir fırtına yakalar, üzerlerine her taraftan dev dalgalar gelmeye başlar, kuşatıldıklarını zannederler. (İşte bu durumda) "Eğer bizi bu felâketten kurtarırsan vallahi sana şükredenlerden olacağız" diye, din ve ibadeti yalnız O’na özgü kılarak Allah’a dua ederler.” (10Yunus:22)
“(Allah) onları kurtardığında bir de görürsün ki bulundukları yerde hak hukuk tanımazlar! Ey insanlar! Gerçekte sizin kendi aleyhinize olan taşkınlığınız dünyanın geçici zevkleridir. Sonra dönüşünüz bizedir ve ne yaptığınızı size bildiririz.” (10Yunus:23).
“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar; ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O'na hemen eş koşarlar. Sefa sürsünler bakalım, yakında bileceklerdir.” (29Ankebut:65-66)
Efendiler! Yüce Mevla; “Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazını dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimse imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (9Tevbe:18) buyurmaktadır. Müfessirlerimizin beyanına göre, hem maddi hem de manevi olarak mescitlerin imar ve ihyası, ayetteki “imar eder” ifadesine dâhildir. Dolayısıyla öncelikli olarak namazların mescitlerde cemaatle yerine getirilmesi gereklidir. Mescitlerin manevi olarak imar ve ihyasını ihmal etmeyecek şekilde, her nerede kılınırsa kılınsın, cemaatle kılınan namazların tek başına kılınan namazlardan faziletli olduğu; “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” (Buhârî,Ezân30;Müslim,Mesâcid 249) hadisi şerifince ifade edilmektedir.
Zikrettiğimiz Tevbe 18. ayette, mescitlerin demir ve beton yığını olmaktan kurtarılması ve içlerinin de doldurularak manevî olarak imar edilmesini, ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edip bu imanlarına namaz ve zekâtlarını şahit kılan ve Allah’tan başka kimseden korkmayanların sağlayacağını Yüce Allah açıkça beyan etmektedir. Şu anda Mescitlerimiz çok düşük kapasite ile çalışıyorsa aynaya bakıp kendimizi, iman zafiyeti hastalığı içinde olup olmadığımız açısından sorgulamalıyız ve titreyip kendimize gelmeliyiz. Az bir ömür sermayesiyle, sınırsız ahiret yurdunu arzulayanların bu konuyu iyi düşünmeleri gerekir.
Camilerdeki cemaatin bilinçsiz olduğunu öne sürerek, mescitlerimizi boynu bükük bırakmak, hep evlere çekilerek namaz kılmak, İslam’ın şeâiri olan camilerimizi itibarsızlaştırır. Şuurlu ve duyarlı Müslümanlar -zorunlu durumların dışında- camileri doldurarak oraları emekli, yaşlı ve duyarsız kişilerin egemenliğinden kurtarıp ihya ve imar etmeliler.
Mazeretsiz cemaate gitmemek caiz olmaz. Çünkü bazı âlimler cemaate gitmeyi farz olarak kabul etmişlerdir. Cemaatle namaz kılmanın önemine dair hadislerden ve ilgili ayetlerden hareketle Hanbelîler, cemaatle namaz kılmanın erkekler için farz-ı ayın, Şâfiiler de farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Hanefî ve Mâlikîler'e göre ise, cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten erkekler için müekked sünnettir.
Farz namazların cami ve mescitlerde cemaatle kılınışı İslâm dininin bir sembolü ve şiarı olduğu için bunun terk ve tatil edilmesi asla caiz görülemez.
Sonuç; yirmi yedi derece sevap kazandıracak olan namaz, cemaatle kılınandır. Evlerde ve başka mekânlarda cemaatle kılınan namazlar, aynı sevabı alsa da cami faziletinden mahrumdur. Camilerde kılınan cemaat namazıyla sağlanmak istenen de, cemaat şuurudur. Eğer bu şuur bugün dibe vurmuşsa, duyarlı Müslümanlar bu hatayı biraz da kendilerinde aramalıdır. Şayet onlar camileri sıradan insanlara terk etmez ve manevi imarı için oralarda yerlerini alırlarsa, toplumda cemaat şuurunun yeniden ihyası kaçınılmaz hale gelir ve cami cemaati de kalite kazanır.
Evlerde ve sair yerlerde cemaatle kılınan namaz da, tek başına kılınandan yirmi yedi derece fazla olsa da, bunun -camiye gitmeye engel meşru mazeretin bulunması halinde- bir istisna olduğu unutulmamalıdır. Yoksa yukarıda zikrettiğimiz Tevbe suresi 18. ayeti izah edemeyiz.
Unutmayalım ki camiler, sadece namaz kılma ve kıldırma mekânları değildir. Dinin bütün doğrularının korkusuzca dile getirildiği ya da getirilmesi gereken yerlerdir. Camiler, toplumun kanını günde beş defa temizleyen bir kalptir. Sezai Karakoç üstadın ifadesiyle “Cami; mihrabıyla bir ma’bed, minberiyle bir devlet, kürsüsüyle bir mekteptir.” Dolayısıyla cami kavramını iyi algılamak, onun misyonunu iyi kavramak gerekir.