Camiler, kainatın küçültülmüş bir modeli gibi gelir bana. Mimar, gökyüzü geometrisinin ihtişamından büyülenmiş de, taş ve tuğlalarla somutlaştırıp günde beş kez ziyaretle o ihtişamı yakından görmeyi dilemiş gibi. Bununla yetinmeyip merkez kubbeye güneşi yerleştirerek küçük kubbelerle de güneş sistemini yeryüzüne indirmiş.
Merkez kubbeye bağlanan büyük avizenin aslında tevhidi sembolize ettiğini düşünmüş müdür bilmiyorum ama ona bakan küçük avizelerin, Müslümanların cenneti görürken tebessüm eden yüzleri olabilir mi diye geçiriyorum içimden fantezi olduğunu bile bile.
Avizenin kristalleri, atom altı parçacıklarla göz kırpıyor gibi yaparak namaza duran Müslümanları kayda geçirir, fotoğraf makinasının diyaframı misali açılışında yürek kirlerini yakar; kapanışında düşünce köpüklerini Müslümanın kişiliğini örselemeden ruhun karanlık odasında karantinaya alır; Yaratıcı’nın onları da unutmadığının belgesi olarak hesap günü için saklar diye bir düşünce üretimine öncülük ediyorlar gibi sanki. Allah’ın nasıl tecelli etiğini elbette bilmiyoruz ama O’nsuz hiçbir güzelliği tanımlamanın da mümkün olmadığını biliyoruz; tıpkı Tesla’ya manyetik alan kanunlarını buldururken tecelli ettiğini bildiğimiz gibi.
Camilerin ;ölü canları Kur’anın nefesiyle dirilttikten sonra misafirlerini şefkatle uğurlayıp bir sonraki namazda göremeyince üzüntüsünden attığı sessiz çığlığı; işlek bir cadde üzerinde bir kazaya kurban gitmemesi için elinden tuttuğu yavrusunun bir anda elinden çıkmasıyla infiale kapılan annenin attığı çığlığa benzetirim. Ya da misafiri gelince ne ikram edeceğini şaşıran ve kalp atışları hızlanan, kendisini ziyaret eden olmayınca üzüntüyle yüreği büzülen anne gibi.
Cami, misafirini hanesine gönderirken haneye hal diliyle ‘’sakın ona haram lokmalardan yemek ikram etme. Sende kaldığı müddetçe başkaları aleyhinde konuşmasına izin verme. Eşine, çocuklarına şefkatle yaklaşması için sen de ona şefkatle muamele et. Temizlediğim yüreği kendi ellerinle karartmanın yollarını kapat. Dışarıya gönderirken ilim meclislerine uğraması için hiçbir fedakarlıktan kaçınma. Sana her dönüşünde ona güler yüzle muamele et.’’ gibi telkinleri tekrar eder durur.
Caminin, hanelere, kalın hatlarıyla çizdiğimiz bu telkinleri yerine getiren hane sakinini beş vaktin herhangi birinde karşılarken, uzay üssü olmak için de kendisini hazırladığını görürüz. Misafirine yeni bir diriliş yaşatmak için önce Medine’ye bırakır aşk kokusundan imal edilmiş takva elbisesini giydirerek. Sonra paralel uçuşla onu Kabe’ye iletir. Kabe’de meleklerin kanadında dikey yolculuk başlar ve birkaç saniye içinde gözden kaybeder onu. Gözden kaybetmek zorundadır çünkü ondan sonrasının ne olduğunu ne olacağını misafirinin bilmediğini de bilir. Ödülünü alan misafirse geri döndüğü zaman ruhunda bir neşe, dudaklarında bir şerbet tadı vardır.
Camiyle ev arasında ki bu alış veriş devam ederken bir sala sesiyle cami misafiri kendisinin mezardaki berzah misafirliğine geçtiğini anladığı anda belki hesap da kapanmıştır. Selamlar.