Geçtiğimiz hafta Eskişehir’de, Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in ismini taşıyan bulvar üzerindeki Tepebaşı Hal Camii için yıkım kararı alınmış. CHP’li üyelerin çoğunlukta olduğu belediye meclisinde, AK Parti ve MHP’li üyelerin ret kararına rağmen caminin yıkım kararı onaylanmış. Yeşil sarmaşıklarıyla meşhur olan Tepebaşı Hal Camii’nin yıkım kararına gerekçe olarak da, cami arsasında belediyenin küçük bir payının olması gösterilmiş.
Bunların camilere karşı cumhuriyetin ilk yıllarından beri cibillî bir düşmanlıkları var. Cumhuriyet sonrası tek parti faşizminde camilerde Kur’an öğretmeyi yasakladılar, öğreten hocaları jandarma dipçiği ile karakollara götürüp işkenceye tabi tuttular, İslam karşıtı devrimlere uymayanları darağacında sallandırdılar, ezanı on sekiz sene baskı ve dipçik zoruyla Türkçe okuttular, camileri ahıra, depoya, meyhaneye hatta kerhaneye çevirdiler. Toplumu, cenaze yıkayacak adam bulamayacak kadar da cahilleştirdiler. İşte ezeli İslam düşmanı bir partiden de ancak bu beklenir. Cibilliyeti ona bunu emreder. Bu Cibilliyeti hasarlılar, İslam’ın toplumda yer etmesine asla dayanamazlar. Kin ve öfkelerinden parmaklarının ucunu ısırırlar.
“Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında “inandık” derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizle geberin.” (3/Âl-i İmran:119)
Bu, “Cumhuriyeti kuran parti,” dini, bozuk para gibi kullanıp modernist olarak ölüp giden Yaşar Nuri’yi bile hazmedememişti. 2002 yılında CHP’den milletvekili seçildikten kısa süre sonra lideri Deniz Baykal’ı suçlayarak partisinden istifa eden, ardından da Halkın Yükselişi Partisi’ni kuran müteveffa Yaşar Nuri Öztürk: “CHP, dinin kendisinden rahatsız. ‘Gel bu dini bize öğret’ diye beni çağırdılar. İnananlar var ama içlerinde ateisti de var. Fakat CHP’de öyle adamlar var ki, ‘Allah’ demeyi bile laikliğe aykırı sanıyor. Bunlar bana bile tahammül edemedi. Meclis kürsüsüne çıkarıp konuşturmadı. Bana ‘molla’ muamelesi yapan bu insanlar sonra kalkıp çarşaf açılımı yaptılar. Sana kim inanır kardeşim artık. Benim için ‘Kim bu? Bunu içimize kim soktu’ dediler. Benim hakkımda söylenen bu sözlerin tamamını Meclis koridorlarında dinledim bu dangalaklardan” demişti.
“Namazı bu milletin başına bela ettiler” diye diye son günlerini yaşayarak sonunda mevta olan Yaşar Nuri gibi bir moderniste bile tahammül edemeyen bu ezelî İslam düşmanı parti, minareleri şehadet parmağı gibi semaya yükselerek tevhidi simgeleyen camilere tahammül edebilir mi? Her fırsat buldukça -bugün ahır ve depo yapmaya güç yetiremeyeceği için- yıkıp kurtulmak isteyecektir.
“Cumhuriyetin tosuncuklarının” bu gayretleri, her tarafı sağlam mermerlerle yapılmış bir banyodaki hamam böceğinin, o mermerlere zarar vermeye çabalarken durmadan yere yuvarlanması gibidir. İşte onlar da, İslam’ı her yok etme çabalarında, tıpkı hamam böcekleri gibi yere çakılmaya mahkûmdur. Yani Allah’ın nurunu, onların yakın ve uzak Ebû Cehil dedeleri söndüremedi ki onlar söndürebilsin. Var mı ötesi?
Ne diyordu Dede Korkut? “Kahpe içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul! Halk içinde bozgunculuk yapan haindir oğul!”
Çeçen Mücahit Şamil Basayev de şöyle der: “Ne zaman düşmanlarımızı mağlup edecek noktaya gelsek, kendi içimizden kurulan tuzaklarla uğraşmak durumunda kalıyoruz. Anladık ki içteki dost görünümlü düşmanlardan kurtulmadan, gerçek kurtuluş mümkün olmuyor.”
Son söz: Onlar kinleriyle parmak uçlarını ısırsalar da üstat Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Camiler; mihrabıyla bir mabet, kürsüsüyle bir mektep ve minberiyle bir devlet” olma yolunda ilerlemesini sürdürecektir biiznillah.