Sonraki nesle, evlatlarımıza, gençlerimize, kızlarımıza bırakacağımız en önemli terekelerden biri “değerlerimiz” olsa gerek…
Hızla gelişip değişen dünyanın ve bu dünya sakinlerinin yaşamak ve idame ettirmek durumunda kaldıkları hayatı “insan” hassasiyeti ile sürdürmek meşakkatli bir hâle bürünüyor. İnsanoğlunun tarih boyunca zorlanmadan ve cefa çekmeden bir hayat sürdüğünü söylemek mümkün değil lakin düne göre daha zayıf, daha savunmasız ve daha savruk bir hayatı yaşamaya başladığımız da muhakkak.
Günümüz insanı kalbî hastalıklardan, manevi boşluklardan, huzur yoksunluğundan şekva edip duruyor. Yetişemediğinden yetemediğinden dem vururken yetinmediğinden kaynaklanan meselelere eğilmeyi düşünmüyor. Ne kendi yaşamından memnun kalıyor insan ne dünyadaki yaşananlardan… Döne dolaşa gelip umutsuzluğun, mutsuzluğun, adaletsizliğin, aldatılmanın, yenilip silinmenin elinde biçare insanın yüreğine misafir oluyoruz.
İnsandan söz açtığımıza göre, insanlık tarihi boyunca bu dünya hayatının bir nevi çilehane imtihan yeri, geçiş için köprü olduğunu da biliyor olmalıyız. Bahsini ettiğimiz mevzu ve insanın hali, mutlak bir huzur ve mutlak bir rahat elde etmenin bu dünya için mümkün olmadığını da kendi içinde barındırıyor oysa. Bununla birlikte insanın manevi dünyasının imar ve inşası ile insanlığın imar ve inşası mümkün olacaktır. Bu yolda başvuracağımız en önemli kaynak şüphesiz değerler sistemidir.
İnsanı insan yapan, insanın insanca yaşayıp insanca muamele görmesini sağlayan temel değerler var. Bu değerlerin mukavemeti, sağlamlığı, aktarılması hem değerlerin kendi dinamik yapısı hem de insanın hayatiyeti için büyük önem taşır.
Değer “Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel değerlerini kapsayan maddi ve manevi ögelerin bütünü” olarak tanım buluyor lügatlerde. Maddi ve manevi ögelerin bütünü, hülasası dediğimiz alan büyük bir tanımı ve içeriği kapsıyor. Yine de “değerler” dediğimiz zaman hemen herkesin aklında, zihninde, yüreğinde belirenler birbirinden uzak ve yabancı şeyler değil. O halde değer yargılarımız denince aklımıza geliverenler bizi biz yapan ögelerin tümüdür.
Günümüz dünyasının haz ve hız üzerine kurulu tüketim yaklaşımı, harcama ve harcatmak kurgusuyla dizayn edilmiş çarkı içinde değerlerin aktarılması, anlatılması, uygulatılması ve öğretilmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Lakin, somut olmayan, yazılı sınavı yapılamayan, sözlü notu verilemeyen, ölçme ve değerlendirmeye tabi edilemeyen ögeleri nasıl öğreteceğiz?
Doğruluk, dürüstlük, sabır, yardımlaşma, paylaşma, saygı, hoşgörü, çalışkanlık, sorumluluk gibi değerleri nasıl öğreteceğiz, ne ile talim edeceğiz, hangi birimle ölçeceğiz ve daha da önemlisi öğrenmenin kalıcı olmasını nasıl sağlayacağız? Tüm bunların üstüne, bu öğrenilenlerin içselleştirilerek değerlere ve değer yargılarına münasip bir hayat yaşamaya çalışmak ne kadar mümkün olacaktır?
“Nasıl öğreteceğiz” kısmında bu işe kafa yoranlar, emek harcayıp dert edinenler bu değerlerin öğretilmesinde “örnekleme” yolunu ilk müracaat yeri olarak kullanırlar. Bu yol zayıf ve tali bir yol değildir. Örnek şahsiyetlerin, misal verilen karakterlerin duruşu, yaşayışı, sözleri ve nasihatleri değerlerin aktarılmasında en önemli vasıtayı oluşturmaktadır.
Kendi tarihimize baktığımız zaman peygamberlerden başlayarak evliyanın, enbiyanın, ulemanın, şühedanın, kumandanların, kalem erbabının ve şuaranın tamamında aynı hassasiyeti ve dertlenmeyi görürüz. Hepsi, doğruluktan başlayarak cesarete, sabırdan başlayarak sorumluluğa kadar özellikle bir Müslümanda olması gereken değer anlayışının ikame ve inşası için ceht ve gayret sarf etmişlerdir.
Soru şu; kadim tarihimize ve kültürümüze baktığımız zaman emsal gösterebileceğimiz o kadar çok şahsiyet var da günümüze ait kimi örnek gösterip sonraki nesle bırakacağız?