Semamızı süsleyen burçlar, yıldızlar, ay ve güneş Yüce Allah tarafından belirli bir iş için tahsis edilmişlerdir. Bunların; huy ve karakter değişimleri açısından insan şahsiyeti üzerinde etkileri bulunmamaktadır. Kâinattaki her bir varlık Allah’ın hükmü/egemenliği altındadır: “Güneş, ay ve yıldızlar Allah’ın emrine boyun eğerler”(7/Araf 54) ayeti buna işaret etmektedir. Ayrıca astrolojinin gerçeği yansıtmadığını şu ayetten de çıkarabiliriz: “Ben onlara ne göklerin ve yerin yaratılışını ne de bizzat kendilerinin yaratılışını gösterdim. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.” (18/Kehf, 51). Bilginin; ya gözlemle ya akılla ya da doğru ve güvenilir bir kişinin haber vermesiyle meydana geldiğini söyleyen Nesefî, Peygamberimizin de gökteki yıldız ve burçlar hakkında herhangi bir haber vermediğine dikkat çeker. Gözlem noktasında eşit olan insanlardan bazıları sadece kendi görüşlerine dayanıp, akılları ile baş başa kalırlar. Bunun sonucunda ise bir tür başarısızlık ve sapkınlık içine düşerler. Dolayısıyla insan tam anlamıyla aklına değil, Rabbine güvenmelidir, der. (Bkz. Ebu’l-Muin en-Nesefi, Bahrü’l-Kelam, Beyrut, 2005, ss. 208-209).
Ebu’l-Muîn en-Nesefî’ye göre, astrologlar, insanı doğru bilgiye götürmezler. Astroloji ile uğraşanların iddia ettikleri gibi güneş, ay ve yıldızlar semanın dördüncü katında bulunmazlar. Yüce Allah’ın: “Biz yakın semayı yıldızların güzelliğiyle bezedik” (37/ Saffat 6) buyurduğu bu ayette sema, yakın gökyüzü manasına gelir. Yine: “Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar (gibi) buldu. Orada bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz, ‘Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandıracak veya haklarında iyi davranma yolunu seçeceksin’ dedik” (18/Kehf 86) ayetinde Zülkarneyn, semanın dördüncü katına ulaşamamış, aksine dünya semasında olduğu ifade edilmektedir.21 (Nesefi, Bahru’l-Kelam, s. 208-209). Dolayısıyla burç ya da yıldızlarla ilgili olaylar üzerinden hayır ve şer şeklinde tahminlerde bulunularak bilgi verilmesi, falcılıktan başka bir şey değildir. Falcılık, İslam’ın reddettiği bir inançtır.
Elbette , insanın tabiatında duyuötesi alanın bilgisine muttali olmaya dönük bir ilgisi ve merakı vardır. İnsanın gayb ile ilgili olan bu merakı onu farklı yollara yönlendirmiştir. Bunlardan biri de müneccimlere olan itibar şeklinde kendini göstermektedir. Müneccimler gaybî bilgi veremezler, çünkü onların bu iddiaları zan ve tahmine dayanır. Zan ise, itikatta kesin bilgi vermez. İtikat, yakîn/kesinlik üzere inşa edilir. Bu sebeple müneccimlerin gayb hakkında söyledikleri batıldır. Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla, Cenab-ı Hak gaybın bilgisini kendisine hasretmiştir: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.” (27/Neml 65). Bu genel kaidenin bir istisnası vardır ki, onlar da peygamberlerdir. Yüce Rabbimiz peygamberlerinden seçtiği bazılarına gaybı bildirmiştir. Bu hususta şöyle buyrulur: “Gaybı bilen O’dur. Beğenip seçtiği peygamber müstesna, kimseyi gaybına vâkıf kılmamıştır.” (72/Cin 26-27). Müneccimlik yapanlar ve fütüristler insanın doğduğu günü dikkate alarak o günkü göğün durumu ve yıldızların konumu üçerinden insanın kaderi ve geleceği hakkında yorum yaparlar. Bu yorumlar tamamen hurafeden ibaret olup birey ve toplumların duygularını sömürmek suretiyle işi ranta çevirmenin bir başka yoludur. (
Netice olarak, Allah’ın tüm varlıklardan üstün olarak yarattığı insanın karakter özelliklerinin yıldızlardan hareketle tahlil edilmeye çalışması gerçek dışıdır. İnsanı en mükemmel şekilde yaratan Allah, ona mizaç, huy ve karakter vermiştir. Onun geleceği ve karakteri herhangi bir gök cisminin ya da yıldızın hareketiyle değil, Allah Teala’nın takdiriyledir. Yıldızlara olması gerekenden fazla önem atfetmek, onların dünyayı ve insan hayatını şekillendirdiğine inanmak tevhid ilkesine ters düşer. İnsanın geleceğine ilişkin tespitlerde bulunmaya çalışmak, gaybî bilgiler verme gayreti içine girmek itikada zarar verebilir. (Yeşilyurt, Çağdaş İnanç Problemleri, s. 231). Burçlardan hareketle insanları doğdukları zaman dilimine göre sınıflandırmak, gelecekleri ile ilgili bilgiler verme çabasına girmek, kaderlerini tespit etmeye çalışmak tutarlı sonuçlar ortaya çıkarmaz. Bu tür uğraşlar dinimizce uygun görülmemiş, fal niyeti taşıyan işler ise yasaklanmıştır. (Bkz. 5/Maide 9). Yüce kudret tarafından var edilen ve insanın emrine verilen yıldızların, insanın yaşamına hükmetmesi akli ve mantıki açıdan da tutarlı değildir. Ayrıca burçların ve gök cisimlerinin, insanın iradî fillerine tesirinin kabulü bir takım yanlış inanışlara sebebiyet verebilir. Kişinin ihtiyarî fiillerini meydana getirirken burçlar ve gök cisimlerinin ona etki etmesi, eylemlere hariçten bir etkenin dâhil olmasını da gerekli kılacaktır. O zaman da insanın gerçekleştirdiği fiiller zorunlu olacaktır. Bunun sonucunda ise insanın sorumluluğu ortadan kalkacaktır. Ayrıca Kur’an ve Sünnet’te burçlar da dâhil olmak üzere gök cisimlerinin insanın ihtiyârî fiillerine etkisine dair bir delil veya bilgiye rastlanmamaktadır. (Davud Ağbal, “Kur’ân’da Burçlar Mahiyeti ve İnsana Etkisi Bağlamında”, AÜİF Dergisi, 2012, , S. 38, s. 267 ). Kısaca İslam dini, astrolojik kehânetlere itibar etmez. Evrende her bir varlığın kendine özgü yaratılış gayesi söz konusudur. Yıldızlar da bu gayenin dışında değildir. Kaldı ki aynı anne babadan doğmuş olan ikiz kardeşler bile gerek karakter, gerekse yaşamlarının şekillenmesi yönünden birbirinden faklıdır. Yalnızca aynı ayda doğduğu için, birbirinden habersiz insanların yaşamları nasıl olur da benzerlik gösterir? Aynı burçtan olan insanlarla ilgili genel yargılara varmak, onların hayatları ile ilgili benzerlikler iddia etmek, yaratılıştaki çeşitliğe ve zenginliğe aykırıdır. Yüce kudret tarafından var edilen ve insanın emrine verilen yıldızların, insanın yaşamına hükmetmesi mantıken tutarsızdır.