Seninle aynı gökyüzü altında aynı nisan yağmuruyla ıslandığımı bilirim. Senin de gökyüzünde aynı iklimin mutat yağmurları yağıyor olmalı. Misal güzün eylül ayı; yapraklar düşüp gitmişken toprağa karışmak için kirpiklerine düşen hicran yağmuru… Misal zemheri de fırtınayla karışık yerinden sökercesine kalbini vurup geçiyor pencerene yağmur sicim gibi…
Hangi ikliminde olursa olsun sevdiğini bilirim yağmuru. Yağmurda kalıp ıslanmayı da seversin hele hatıram varken yanında ve yine tek derdin ben olurum sonrasında. Bilirim kıyamazsın, narinim çünkü çokça yağmurda kalıp ıslanıp üşütürsem diye. Oysa ben doyasıya ıslanıp yağmurla hasta olamamayı beceremedim bir türlü.
Bugün yağmur var dediler tahmin edenler. Bekledim penceremin önünde. Güneşin ışıttığı kocaman gökyüzü nasıl renk değiştiriyor izledim. Zihnimin dehlizlerinden çıkarıp geldim kendi çocukluk yıllarımı ve senin çocukluğunun karşısına oturup sessizce seni de izledim. Pencerenin buğusuna çizdiğin o küçük evin o küçük bahçesinde kurduğun hayallerin peşine düşüp gittim. Nitekim yağmur da yağdı, iki küçük çocuk verip el ele oynamaya başladı.
Camda bıraktığı bir sesi vardır yağmurun. Kaldırım taşlarında kalan yalnızlığı ıslatırken, ağaçların dalları arasında gezinirken değiştirir sesini yağmur ve aslında yağmur yağarken sessizdir. Buna rağmen sen seversin yağmurun sesini ve ne kadar çok dinlersin parmağını dudaklarımın üzerine koyup sus işareti yaparak bana.
Bilirim, yağmur varsa dışarıda sen evinde olmak istersin odanda. Sade kahveyi sevdiğin gibi seversin sıcağını minderinin. Sessiz kalmayı bir müddet ve kahvenin kokusunun dolmasını beklersin odaya. İnce bir tefekkür nadir bir huşu hali. Işığı sevsen de çoğu zaman loş kalsın istersin şimdi odan.
Yağmurla başlayan koşuşturmanın sende bıraktığı o merhamet halini de bilirim. Hayatın bu kadar hızlı akmasından şikâyet edersin, insanların bu kadar habersiz olduğundan. Yağmurun çoğundan sığınır, ağaçların neşelenişi ile şükredersin. En çok da sokağındaki kediye acırsın, duvarın dibine sinmiş ve gidecek yeri olmayan o kedi incitir, burkar yüreğini.
Çiçeklerin misal… Her mevsim farklı bir renge boyanır çiçeklere ayırdığın o köşe. Kimisi yağmuru çok sever, bilirsin hangi yağmur hangi çiçeğe iyi gelir. Sükunetle yağıyorsa yağmur tek tek koyarsın pencere önüne ve kahveni onlarla yudumlarsın. Ne çok düşersin üstüne o yemyeşil Kuşkonmazın. Seni kıskanmayı onunla mı öğrendim sahi?
Yağmurun sesine bir türkü eklersin kimi zaman. Toprak kokusu gibi sarar odamızı. İnce, içli bir öyküsü vardır her türkünün, söyledikçe tekrarlanır ozanların sazında mızrap gibi. Bilirim bitirmezsin hiçbir türküyü sonuna dek öyle kalsın istersin yağmurla biter gider diye belki. Sessizce kalırım ben seni ve parmaklarını izlerken.
Parmakların… Camın buğusuna yağmurun bıraktığı desenlerle çizdiğin o kalbin sahibi parmakların. Yağmur bitinceye dek ve pencerende buğu kalana dek, fincanda kahven olana dek çizer durursun. Vazgeçme sakın yağmuru sevmekten, bırakma yağmurla birlikte türkü söylemekten ve vazgeçmesin parmakların pencerenin buğusuna kalp çizmekten.