İnsan, kendine ait olmayan ya da kendini bulmadığı bir hikâyede adının geçmesine razı gelmiyor. Oysa benim hikâyem senden ya da diğerinden azade değildir. Yalnızlığımın öyküsünü en debdebeli en şaşalı ve hatta en tumturaklı cümlelerle yazmış olsam, sen okumadıktan sonra bu yalnızlık bile bir hikâye olmayacaktır. Hal böyleyken karşımıza daha çetin bir mesele çıkıyor; öyküsünü anlattığım yalnızlık, hikâyeye dönüştüğü andan itibaren paylaşılmış ve belki parçalanmış oluyor. Yalnızlık paylaşıldığında yalnızlık olarak kalır mı?
Her gün aynı olmayan bir sabaha uyanıyoruz. Her gün, kendine özel anlar ve hatıralar bırakarak geçiyor. Nitekim aynılığından şikâyet ettiğimiz günlerin hiçbiri diğeriyle aynı değil. Daha dün sabah komşunuzla selamlaşmıştınız da akşama ruhunu teslim ettiği haberini duymuştunuz. Ölenin hikâyesi aynı zamanda bizim de hikâyemiz değil midir?
Acizliğimle kalemime yol vereli kaç zaman oldu ne çok söylemiş ve ne çok yazmışım hesabını tutmuş değilim. Senden, benden, ondan bahis açtım çok defa. Kimin hikâyesini yazmak istedim?
Dönüp bakınca hayatın bıraktığına, aslında hiçbirimiz hiçbirimizin gerçek hikâyesini anlayacak cesarette ve yetenekte değiliz. Evinizden çıktığınız ilk insan evladına selam verin, aldığı selamın nereye isabet ettiğini idrak edebilecek misiniz?
Daha dün bir saatçinin öyküsünü okudum, beş dakika sürmedi bitirmem. O beş dakika içinde saatçinin mi öyküsünü yoksa yazarın mı öyküsü benimle oldu? Yazar, saatçinin zamana karşı yenilmemek için saatleri tamir ederken zamanı durduramadığından mülhem heyecanlı bir film karesi anlatıyordu. Bu hikâyeden saatçinin haberi yoktu, benim bu hikâyeyi okuyacağımdan yazarın haberi yoktu, şu ana dek bu hikâyenin bu yazıya konu olacağından sizin haberiniz yoktu. Hangi hikâye benim ve hangisi gerçek? Saatçi, yaşadıklarının yazarın kullandığı dille ve üslupla anlatılmasına razı olur muydu acaba?
Gün boyu bize ait olmayan ya da ait olmadığımız hayatlarla karşı karşıya kalıyoruz. Koyu sohbetlerin konusu oluyoruz habersiz. Masamızda oturmadığı halde kaç kişiyi anıyor ve anlatıyoruz. Ne bizden habersiz olanlar bizim asıl hayatımız ne haberi olmadan konuştuklarımız aslı gibi.
Babana göre; tembel, annene göre; masum, kardeşine göre; çekilmez, komşuna göre; dost canlısı, eşinize göre hımbıl, kızınıza göre baskıcı… Bu listeyi olumlu ya da olumsuz yargılarla ve tanıdığınız tüm kişilere göre çoğaltabilirsiniz. Peki ya size göre “siz” … İnsan, kendisini nasıl görüyor ve nasıl değerlendiriyor? Kendini farklı ve özel görüyorsun. Seni özel kılan nedir, seni bir hikâyenin baş kahramanı yapacak şey nedir? Peki ya, seni ve bu alemi yaratana göre kimsin ve nesin?
Aramak üzere çıktığımız bu yolculuk dünya hayatı ile nihayet bulacak. Aradığımız ve bulduğumuzu sandığımız şeyin doğruluğunu ancak öte alemde görebileceğiz. Sonlu bir dünyada sonsuz bir hikayemiz olsun istiyoruz. Eylemlerimizin bir anlamı olacaksa, o eylemin ne oluşu kadar niyetimin ve asıl gayemin de anlamın inşasında rolü ve tesiri var.
Her insan bir dünya ve her dünyanın hikayesi bambaşka. Benim hikayemi yazacaksa birileri kendi hikayesini de yazıyordur demek ki.