Rüzgâr olanca gücüyle esiyordu… Yüksek basınç merkezinden alçak basınç merkezine doğru bir yolculuk halindeydi bugünlerde… Doğa, kış uykusunun arifesinde… Bacalardan çıkan dumanlar gökyüzüne doğru yükseliyor, beşeriyet bugün yağmuru konuşuyordu. Rüzgârdan sonra gelecek olan yağmuru… Aslında rüzgâr buharlaşma katsayısını artırıyordu… Gelecek yağmurun beklentisiyle meteoroloji bültenleri takip altındaydı.
Çarşı merkeze doğru yürüyen sessiz sakin ve düşünceli bir ruhun, rüzgâra karşı yürümenin etkisiyle mi olacaktı bilemem, biraz üşümüşlük hissi sarıverdi. Yürümek lazımdı, rüzgâra karşı yürümek… Beşeriyet biraz telaşlı, seçimlerin etkisiyle de olsa gerek, diye aklından geçirmişti. Çünkü yerelde seçim çalışmaları başlamış, geleceğin projelerini gerçekleştirmek için seçmenden oy isteyen ve adayları değerlendirme çabasında olan vatandaş…
Doğa ise kendi halinde miydi? Dünya bir yıllık turunu tamamlamış; yeni bir yıllık tura başlamıştı. İklim şartlarının konuşulduğu da görülmemiş değildi… İnsanlar bir kış mevsimini endekslediği bir aydan umutluydu; fakat geçmişte yaşanılanlar gelecekte yaşanacak diye bir kaide yoktu. Çünkü iklimler değişiyor; dünya, teknolojinin etkisinde yerelleşiyordu. Tabi doğanın kendi seyrinde yaprakları döken ağaçlar, karasal iklim şartlarından nasibini almıştı. İnsan da tarihin tekerrür etmesine seyirciydi. Ve bahanesi de bu olsa gerekti galiba… Ne oldu tarih tekerrür ediyor, geçen yıl bu vakitler iyice hava soğuktu demek bir çaresizliğin nişanesi miydi? Çünkü önlem alabilme kabiliyetini kaybetmeye yüz tuttuğunun bir göstergesi miydi; diye sormak da aklından geçmemiş değildi.
Rüzgâr esmeye devam ediyordu… Toprak yolda otobüs beklerken, dağlık kütleleri gözlemliyordu. Vadinin içinde kanalize olan rüzgâr, aşındırma faaliyetinde elbette bulunurdu, doğayı diğer dış kuvvetler kadar biçimlendirme özelliğine sahip olması, kayalıklardan aşındırdığı toprağı, eğimin azaldığı yerlerde bırakması da verimli arazilerin oluşmasına hazırlıktı galiba.
Yolculuk, rüzgârın insanla ve dünyayla olan yolculuğuydu. Sonra şehir merkezinde yürürken bir kahve içmek gerektiği de o an aklına gelmişti. Yerel de bir çay ocağında hazırlanmış, bir kahve ve kokusu üzerinde… Koşuşan insanlar vardı etrafta, yağmur da etkisini hafiften göstermeye başlayacaktı, asfalttan çıkan dumanlar… Toprak kokusu ile kahve kokusunun ahengini de beklemekte beyhudeydi.
Herkesin herkese bir şeyler anlattığı yerde sessize almak, biraz mantıklıydı… İnsanlar neyi anlatma telaşındaydı, ya da anlatmaya çalışmakla mı meşguldüler bilememişti. İşte o da konuşuyordu; bu da konuşuyordu demekten de içten içe kendisini alamamıştı. Galiba banane ya da bilmiyorum diyebilme kabiliyeti, herkesin kendince bildiğinin cahili olma durumunu göz ardı edip, konuya büsbütün hâkim olabilme ümidiyle konuşuyordu beşeriyet…
Dünya gündemi ise karmakarışık olsa gerek, haber bültenlerinin izlenme vaktinde, işin eninde sonunda dayandığı yer savaşlar bugünlerde… Savaşları; gelecek nesil nasıl karşılayacak bilemiyorum. Masum çocukların katledildiği ve dünyanın sessiz kaldığı savaşlar… Televizyon kanallarına gündem olan, fakat binalar altından çıkarılan çocukların, yaşlıların hâsılı insanlığın yok edilişi, güya kendini tanımlamakta zorluk yaşayan, adına medeniyet dediği, bir saplantıya kapılmış bir ideoloji…
Rüzgâr esiyordu; gökyüzü kararmış ve toprak meteoroloji bültenlerinin, yağış ihtimali üzerinden yağacak yağmuru bekliyordu. Tarih ve takvimler miladi ikibinyirmi dördün dokuz ocağı idi.