Brexit sancısı

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Küresel piyasaları etkileyen İngiltere halkının %52’nin AB’den ayrılma kararı vermesiyle sonuçlanan Brexit macerasının ilk aşamadaki sert etkilerinin ülkeleri sarsması devam ederken, ekonomiler normalleşme süreci sinyalleri vermeye başladı. Brexit sonuçları resmi olmasa da netleşmeye başlayınca ilk tepki olarak borsa endeksleri hızla düşerken, ekonomik ajanların gelişen koşullara göre tasarruflarını yönlendirdikleri yatırım araçları yelpazesinin de değişmesi nedeniyle altın, tahvil ve döviz (dolar, euro, sterlin)  fiyatlarında ani ve kontrolsüz değer düşüşleri ve yükselişleri yaşandı.  Hiçbir ekonomi sürekli büyüyemeyeceği gibi küçülemeyeceğine de göre, ekonomik krizlerin yerel ve global ölçekli etki süreci kalıcı olamayacağı ve şiddeti de azalan bir trend moduna gireceği için, başlarda yüksek seyreden küresel risk katsayısı da zamanla normal değerlerine dönmeye başladı.  Brexit’den sonra Sterlinin değerinin düşme beklentisi gerçekleşti. Aynı zamanda İngiltere Başbakanının sonuçta siyasi bir kararla Ekim ayında istifa edeceğini ifade etmesi, AB’den diğer birkaç ülkenin (Hollanda, Fransa, Kuzey İrlanda)  siyasi partileri tarafından aynı yola girilmesi gerektiğini yüksek perdeden dile getirerek ciddi anlamda kamuoyu oluşturup referandumla halklarına sorma yoluna başvuracakları olasılığını güçlendirmesi, sadece İngiltere’de değil belirsizlik ortamını derinleştirerek kaos ortamının tüm AB’yi saracağı tehlikesini de beraberinde taşımaktadır. Konunun ciddiyeti, AB’ye ve AB ile önemli miktarlarda ticaret yapan ülkemizle birlikte gelişmekte olan ülkelere ve küresel ekonomiye olası etkilerinin devasa boyutları bilinmesine rağmen, AB üyesi ülkeler arasında ekonomik gelişim düzeyleri arasındaki farkın ciddi derecede fazla olması (Eurozone dışında kalan ve özellikle son giren ülkelerin ekonomik yapılarının Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin çok gerisinde kalması), hukuk sistemlerinin tam bir uyum içinde olmaması ve her şeyden önemlisi ülkelerin çok büyük bir kısmının, AB’nin geleceğine hem güven içinde bakmamaları hem de farklı beklentiler içine girerek adeta birbirlerini hasım gibi görmeleri (Merkel’in başını çektiği, Yunanistan gibi sorunlu ekonomilere sahip ülkelerin tasfiye edilip, göreceli olarak daha gelişmiş ülkelerin bir araya geldiği çekirdek bir birlik) gibi nedenlerden dolayı ortak hareket kabiliyetinin zayıflığı, ekonomik risklerin ve etkilerinin uzun süre devam edeceğini işaret etmektedir. Böyle bir beklentinin gerçeğe dönüşüp ekonomik sorunların boyutlarının genişleyerek yüksek harcama gücü ve beş yüz on milyonluk nüfusa sahip AB’yi etki altına alması, sadece AB ekonomisini değil küresel ekonominin depresyona girmesi sonucunu doğurması işten bile değildir. Bu noktada coğrafi yakınlık yanında AB ülkeleriyle ciddi anlamda dış ticaret ilişkileri içinde olan ülkemizin, yönetici konumundaki siyasi kadroların gerçekleşme ihtimali yüksek olan bu karamsar tabloyu göz önüne alarak ülkemiz ekonomisine yansıyabilecek olumsuz etkilerinin minimize edilmesi için, şimdiden tüm alternatifleri masaya yatırıp başta ekonomi olmak üzere siyasi, sosyal ve hukuksal politikalar geliştirerek çalışmalara başlamalıdır.

          Ülke ekonomilerinin genel anlamda ve yatırım ortamının risk seviyesini ortaya koymada kullanılan ülkelerin kredi derecelendirmesi (sovereign credit rating) ölçümlerini yapan, zaman zaman objektif davranmadıkları dile getirilerek eleştirilmesine rağmen, hemen tüm ülkeler tarafından raporları ve notları ciddiye alınıp referans olarak kabul edilen Uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Standard and Poor’s (S&P) ve Fitch’in gelecekle ilgili beklentilerin daha belirsiz duruma geldiğini, bundan sonraki aşamada Britanya ülkelerinden İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın AB’ içinde kalma yönündeki yüksek isteklerinin çıkaracağı sorunların büyümeyi yavaşlatacağı, siyasi ve bütçe dengesini zedeleyeceği gibi düşüncelerle İngiltere’nin kredi notunu AA’ya indirmesi, AB ve İngiltere başta olmak üzere bu ülkelerle yüksek değerlerde mal ve hizmet alım satım ilişkileri içindeki ülkeler için, suların durulmasının yavaşlama sürecine girmesine rağmen uzun süre etkisinin devam edeceği anlamına gelmektedir.

          Küreselleşme tüm dünyamızı sıkı sıkı sarmaladığı ve geri dönüşünün de artık olamayacağı günümüzde sıcak gelişme Brexit olmasına rağmen, dünya ekonomik, siyasi, sosyal açılardan kaynamaya ve herkesi kapsamına almaya devam ediyor. Küreselleşmenin hakimiyetinin artması iktisadi etkileşimi derinleştirirken, sosyal ve toplumsal değer yargılarını da kaşıyıp ulusçuluk dalgalarını harekete geçirerek, temelde kendi ekonomik istikballerini garantiye alma çabasından başka amaç taşımayan ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi AB’nin önde gelen ülkeleri ile Rusya ve İran gibi bölgede kendine bir etki alanı oluşturma sevdasına kapılan ülkelerin, kaoslarını kusup yakın coğrafyamızın terör örgütlerinin dans pisti haline getirilmesinden en fazla zarar gören Türkiye oldu. Yarım asra yakın çözülemeyen terör sorunun ülkemize olan ekonomik maliyeti, direkt ve dolaylı etkileri dikkate alındığında yaklaşık iki trilyon dolarlarla ifade edilmektedir. Günümüzde gelişmiş batı ülkelerinin (ABD, Almanya, İngiltere, Fransa) özellikle zengin petrol yataklarına konmak uğruna, altı yüz yıllık engin devlet kültürüne sahip gelişmiş ülkeler sınıfına yükselme potansiyeli olan ülkemizi ve Orta Doğu ülkelerini terbiye etme adına, gözleri kan bürümüş şekilde bölgeyi terörize etme pahasına desteklemelerindeki güdülen niyeti, iyi analiz etmeliyiz.

          Ülke olarak bu ortamda hem bölgesel hem de kendi içimizde ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmeler karşısında uyanık olunmalı, kriz oluşturma peşinde koşanlara prim verilmemelidir. Oluşan ve genişleyen ekonomik, siyasi ve sosyal kaos ortamı, bumerang gibi şüpheniz olmasın hepimize, toplumsal huzur ortamının bozulmasını tetikleyen işsizlik, enflasyon, resesyon hatta slumpflasyon olarak geri dönecektir.

 

          Soru: İleri teknolojiye yatırım her zaman üretimi artırır mı?   

          Sözün Gözü: Az konuş, öz konuş ama her zaman doğru konuş.