Siyaset, oy vermek dışında ilgi alanıma çok girmediği için siyasi yazı yazmayı çok sevdiğimi de söyleyemem.
Ancak içinde insan olan her konu beni doğrudan ilgilendirir ve etkiler; çünkü insanım. 19 Nisan 2018 tarihli Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal’ın ‘’Aday Adaylarına Tavsiyeler’ ’başlıklı yazısını okuyunca ben insanı tanımıyor muyum acaba diye hayıflanmadan geçemedim.
Aydın Ünal milletvekili aday adaylarına yaptığı tavsiyelerin her birinin, bir külçe altın değerinde olduğunu söylerken, sanki ironi yapacakmış izlenimi veriyor. Ancak olması gerekenlerle olmaması gerekenleri iç içe öyle geçirmiş ki; siz böyle olmayın mı, yoksa böyle yapın mı demek istiyor pek anlaşılmıyor.
‘’İlk olarak siyasete neden girdiğinizi izah edin. Vatan, millet, hizmet gibi hamasi kavramlara hiç başvurmayın. Genel Başkan istedi çok ısrar etti kıramadım gerekçesi daha vurucu etki yapar’’ tavsiyesiyle(!)partilerdeki lider egemenliğine bir eleştiri getirdiğini elbette seziyoruz. Vatan, millet, hizmet gibi kavramlara girilmemesini istemesi, aday adaylarının kavramları kullanırken hem samimiyetten yoksun oldukları, hem de kavramların eskilerce yıpratıldığı cihetle toplumda karşılık bulmayacağı var sayımına dayanıyor.
Bizim okumamızın doğru olduğunu kabul edersek, hem aday adayları hem de toplumun zikrettiğimiz değerler açısından erozyona uğradığı sonucuna ulaşırız. Aday adaylarının kimler olacağını ve gerçekten ne kadar vatana millete hizmet aşkıyla bu işe kalkıştığını bilemeyiz ama toplumun Afrin operasyonunda vatan sevgisinin erozyona uğraması şöyle dursun; ateşinin, Allah’a şükür Çanakkale kadar hararetli olduğunu bizimle birlikte dünya da test etmiştir.
Girdiğiniz bir ortamda dikkat çekmek için her türlü görgü kurallarını ihlal edebilirsiniz anlamına gelen tavsiyesi, hem milletvekillerinin böyle görgüsüzlükler yaparak milletvekili oldukları çağrışımına davetiye çıkarıyor, hem de bir alt tavsiyede onların kişiliklerini sorgulamamıza alan açıyor. ’’Siyasette her zaman görünür olmak iyi değildir. Kavga, dövüş, mücadele risk varsa kaybolun. Kavga sonunda zafer varsa herkesi kenara iteleyip muzaffer komutan edasıyla öne geçin’’ tespitinden bir kişilik sorunu çıkmaz mı sizce?
Aday adaylarına siz böyle yapmayın, demek-iyi niyet yaklaşımıyla- istediğini anlıyoruz ama bu arada hep yazarın tanımladığı tip insanları seçtiğimiz için biz, masumuz deme hakkını da kaybetmiş olmuyor muyuz? Çünkü biz de seçtiklerimiz gibiyiz. İroni de olsa. Asla.
Aday adaylığının unvan olmadığı için aday adayı yazan kartvizitler bastırılmaması tavsiye ediliyor. Biraz sonra sıradan bir insan olmadıkları hatırlatılarak mütevazi olup tepeden bakmak nasıl olur sorusunun cevabı bize değil yazara kalıyor.
Yazıdan ‘’ aday adaylarının içinde mütevazi gibi görünen ama topluma tepeden bakan riyakarlar olabilir’’ dışında bir anlam yüklersek, onlara mütevazi görünümlü kibirli, riyakar insanlar olun tavsiyesinde bulunuyor ki bunun ahlaki bir temeli olmadığı açık.
Yazının sonuna doğru korkaklık, edebi konuşma yetersizliği, halk dalkavukluğu, makam hastalığı gibi nerde insanda olmaması gereken bir ahlaki ölçü varsa, hepsi milletvekillerinde varmış (keşke ifadelerini özelleştirip genelleme yapmasaydı) sinyalleri alıyoruz.
O zaman da yazar bunların hangilerini tecrübe etti acaba sorusu takılıyor zihnimize? Çünkü kendisi yazının girişinde az da olsa teorik ve pratik olarak siyasi tecrübesinden bahsediyordu. Sorumuzdan incindiyseniz incitmeyeceksiniz. Selamlar.