Son dönemlerde yapılmaya çalışılan toplum mühendisliği harekâtlarına dikkatli bakmak gerekiyor. Zira 90 gündür bizim ecdad yadigarı Filistin topraklarımızda devam eden, Siyonist İsrail'in müslüman kardeşlerimize uygulamış olduğu soykırımı, bölgeye yayma çabalarının izdüşümlerini, nazar-ı dikkatle baktığımız zaman çok rahatlıkla görebiliriz. Özellikle bölgede lider konumda olan, sahip olmuş olduğu jeostratejik, jeopolitik, teostratejik ve teopolitik konumundan dolayı Türkiye, farklı bir parantez içerisinde duruyor. Onun için Türkiye üzerinde farklı atraksiyonlar deniyorlar. Ancak şunun da farkındalar: "Türk toplumu bu atraksiyonlara karşı 1970'li yıllardan itibaren antrenmanlı. Tecrübeli. Yaşamış olduğu acı tecrübeler Türkiye'yi, bir Suriye, Irak yada Lübnan olmaktan koruyor. Diğer bir husus Türkiye bölgedeki mezkur devletler gibi yeni yetme bir siyasal yapı değil. Her ne kadar 29 Ekim 1923'te sert bir rejim değişikliği yaşamış olsa da binlerce yıllık devlet tecrübesi ve devlet aklı olan bir devlet.
Türk-Kürt ayrışması, Alevi-Sünni, sağ-sol çatışmaları, Siyasal İslamcı-Laik Cumhuriyetçi/sosyal demokrat çatışmaları çıkarma denemeleri yakın geçmiş zamanda bu ülkede yaşandı. Kısmen başarılı olduğu zamanlar da oldu. Toplumumuzun zenginliklerini farklılık gibi göstererek ayrıştırma, kutuplaştırma ve çatıştırma provokasyonları maalesef zaman zaman bu toplumda karşılık buldu. Ama hayatta yenilen kazıkların bileşkesinin tecrübe olduğundan hareketle artık daha tecrübeli bir toplumumuz var. Yeni yetişen kuşaklara bu acı tecrübeler sağlıklı bir şekilde bütün gerçekliği ile aktarılamadığı için bugün hâlâ bazı endişeleri taşıyoruz ve yaşıyoruz. Toplumumuzdaki fikirsel ve duygusal farklılıkları kaşıyarak, son dönemlerde Kemalist/Atatürkçü ve Hilafetçi çatışmalarına zemin hazırlanmaya, siyasal veya fikirsel farklılıklar ontolojik bir kutuplaşmaya evrilmeye çalışılıyor. İki kutuplu, çelişen, çatışan bir toplum ortaya çıkarılmaya ve bu çatışan toplumun oluşturacağı istikrarsızlık, güvensizlik handikaplarından istifade ederek uzun yıllar bitmeyecek bir ayrılığın tohumları ekilmeye çalışılıyor.
Geçen haftaki yazımızda değindiğimiz, Suudi Arabistan'da oynanması gereken süper kupa finalinde kulüp başkanlığı pozisyonundaki bir takım maşaların Mustafa Kemal'i suiistimâl ederek takımları sahadan çekip, maçı oynatmaması, Türkiye'de Arap karşıtlığı daha da özelinde İslam karşıtlığı ve düşmanlığı fitilini yakmaya çalışan provokatif bir etki ajanlığı çalışmasıydı. Arabistanda Atatürkçü kesilen kulüp başkanı kılıklı etki ajanı, her nedense bu hafta ülkemizde oynanan FB-Maccabi Tel Aviv (İsrail Takımı) basketbol maçında başkanı olduğu takımı Mustafa Kemal resimli formayla maça çıkarmadı. Akabinde 01 Ocak 2024 tarihinde İstanbul'da yapılan, "Şehitlerimize rahmet, Filistin'e destek, İsrail'e lanet" yürüyüşünden sonra kelime-i tevhid yazan bayrağı taşıyan bir vatandaşımıza karşı yapılan fiziki provokatif saldırı ve düğmeye basılmışcasına belirli medya organlarında bu bayrağın "hilafet bayrağı!" olduğu, Türkiye'de bir takım insanların "laik cumhuriyeti yıkıp, hilafet getirecekleri ve kemalistlerin buna fırsat vermeyeceği" türünden yangına benzin döken söylemler ve karşılığında Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, Kemalist/Atatürkçü, çağdaş! bir devlet olduğu araplaşmayacağı gibi provokatif söylemlerle toplumun sinir uçları kaşınmaya çalışıldığını ve sûni bir gerginlik oluşturulma çabasına girildiğini görüyoruz. "Toplumu ayrıştırarak kutuplaştırmak ve çatışma zemini hazırlamak kime ne kazandırır?" sorusunu sormamız ve üzerinde ciddi anlamda düşünmemiz gerekiyor. İstikrarsız bir Türkiye, kendi içerisinde ayrışmış, cepheleşmiş, kutuplaşmış bir Türk toplumu içe kapanacak ve bölgesel etkinliğini kaybedecek, mazlum ve mağdur coğrafyalara devlet kurumlarımız ya da stk'lar eliyle götürülen, yapılan yardımlar engellenmiş olacak, son dönemlerde farklı devletlerin siyasal yapısı altında yaşayan müslümanlarda oluşan vahdet/birlik fikri'nin ölü doğması temin edilmiş olacak, iç çatışma ve kutuplaşma dolayısıyla ekonomik durum daha da bozulacak ve insanlar ekonomiyi düşünmekten ve yaşam konforlarını kaybetmeme mücadelesi vermekten başlarını kaldırıp evrensel manada olup biten hadiselere ilgilenemeyip mesai ayıramayacak, -her ne kadar çok çok yetersiz olmakla beraber- Filistin'e olan destek tamamen ortadan kalkacak ve böylelikle İsrail'in hedefine ulaşmasındaki aldığı yol hızlanmış olacak... Yani Türkiye'deki bir iş karışıklık ve çatışma durumu bölge üzerinde emelleri olan siyonist, emperyalist güçlerin ekmeğine yağ sürerken, mazlum ve mağdur coğrafyalardaki insanların elindeki çeyrek ekmek ya da ekmek kırıntıları bile alınmış, engellenmiş olacak. Dolayısıyla son zamanlarda sürekli köpürtülen Atatürkcülük/Kemalizm, İslamsız Türkçülük, yabancı düşmanlığı, Ümmet düşmanlığı, hilafet düşmanlığı... gibi söylemlerin tolere edilebilecek söylemler olmadığının, bir kaos ve kargaşa ortamı oluşturmak için planlı olarak içimizdeki etki ajanları vasıtasıyla bilinçli olarak yapılan bir saha çalışması olduğunun bilincinde şuurunda olmamız gerekiyor.
12 Eylül ihtilalini giden yolun taşları sağ-sol çatışmaları, Alevi-Sünni ayrışmaları ve Kürt-Türk kutuplaşmaları ile döşenmişti. 28 Şubat darbesine giden yolun taşları ise irtica ve laiklik kutuplaşması ve ayrışmasıyla döşenmişti. Yeni dönemde, hilafet ve Kemalizm/Atatürkcülük ayrışmasıyla yeni bir şeyler denemeye çalışıyorlar. Bunu basiret ve feraset sahibi her Türk vatandaşının görmesi gerekiyor. Yoksa iş işten geçip farklı acılar ve tecrübeler yaşadıktan ve toplumdaki kutuplaşma ve ayrışmanın faturasını mağdur ve mazlum olarak toplumun bütün kesimleri ödedikten sonra, "biz bu filmi görmüştük!" demek, kimseye bir şey kazandırmayacak.
Geçen hafta gözaltına alınan 34 mossad ajanının buzdağının görünen yüzü olduğunu da iyi bilmek gerekiyor. Zira etki ajanları sosyal medyada, ulusal medyada, görsel ve yazılı basında kutuplaşmaları, ayrışmaları körüklemek, provokatif söylemlerle gerginlik çıkarmak noktasında çok farklı yol ve yöntemler deniyorlar. Onun için her gördüğümüz sakallıyı hacı/hoca, her gördüğümüz başörtülüyü bizim mahallenin bir ablası, üzerine Mustafa Kemal silüeti olan tişörtleri giyen her kimseyi de Atatürkçü/Kemalist ve Türklük ve Türkçülük söylemlerini dilinden düşürmeyenleri de Türk zannetmemeliyiz. Hava öylesine puslu ki kurtlar, çakallar ve sırtlanlar; koyun ve keçi postuyla sürünün arasına karışmış durumda. Bir de içerideki işbirlikçi zağarları unutmamak gerekiyor. Bilmem anlatabildim mi?