Hatırlarımda, ayrılıklara ve yolculuklara dair ilk anım beş yaşındayken başlar. Babamın tayini sebebiyle küçücük bir köyden İstanbul’a gitmiştik.
Üzerimde basma bir pijama, otobüs parası vermeyelim diye eşyamızı taşıyan kamyonla büyük şehre doğru yol almıştık.
Şoförün yanındaki tek kişilik koltuğa, yaklaşık on iki saat boyunca, babam, annem, ağabeyim ve ben nasıl sığdık bilmiyorum ama yol boyu değişen evler, insanlar, ağaçlar cezp etmişti beni.
Araçla yolculuğumuz küçük kamyonetlerin arkasına takılmalarla sınırlı olduğundan, böylesi uzun yol zahmetten öte ödül olmuştu sanırım.
İstanbul’un seksenli yıllardaki hali hele ki biraz daha geri semtlerde, bizim köyün az gelişmiş şekliydi. Şimdilerde yanına yaklaşılmayan Kavakpınar, Kaynarca, Pendik o zamanlarda geniş arazilerde top koşturduğumuz, tozlu yolların merkeziydi.
Mekanlar benzer olsa da , insanlar hele kadınlar farklıydı.Toprakla uğraşmak yerine evlerinde cam kenarında oturan mis gibi sabun kokan teyzeler vardı.
Ya halı dokumaktan yada çapaya gitmekten nasırlaşmış eller yerine, buralarda örgüleriyle narin parmaklı kadınlar yerlerini almıştı.
Beyaz bir yemeniye, tığla oya ören annelerimize, çeyiz hazırlayan ablalar eşlik ederdi. Şimdilerde demode olarak görülüp burun kıvrılan el işleri, büyük bir itinayla sandıklara yerleştirilirdi.
Geçmişin bana kazandırdığı ilk ve en güzel alışkanlıkta bu olmuştu.
İnsan elinden çıkmış, el emeği denilen çeşitli zanaatların ürünü her eşyaya saygı duymak…
O senelerden bu zaman kadar çok yolculuk yaptım. Tayin sebebiyle bir yerlerden bir yere sürüklenip durduk.
Her yeni mekan, her yeni insan başka bir dünya oldu benim için.
Yolculuğu da sevdim yolları da, vedayı da sevdim kavuşmaları da…
Fakat hayatımdaki hiçbir ayrılık Konya’daki kadar farklı duygular uyandırmadı bende.
İlk geldiğimde bir yıla kalmaz başka üniversiteye okumak için geçerim dediğim bu kentte daha birkaç ay sonra ömrüm varsa emeklilik hayalleri kurdum.
Sonu ne olur meçhul ama bugün on iki yılı doldurarak Mevlana diyarından ayrılıyorum.
Hayat insana ne getirir, neler sunar bilinmez lakin kabul edilmesi gereken bir gerçek yaşadığınız şehir, çalıştığınız iş, ruhunuzu ve karakterinizi şekillendiriyor.
Konya’nın ve en önemlisi çalıştığım Beyhekim Devlet Hastanesi’nin beni değiştirdiği gibi.
Hastaneye yalnızca ziyaretle farklılaşan insanın iç dünyası, hele ki birde orda çalışıyorsanız bambaşka bir şekle bürünür.
Şikâyet ettiğiniz mevzuların sağlık sorunları karşısında önemsiz olduğunu size hastaneler öğretir.
Küçücük bir yardımın, bir tebessümün dahi ne kadar önemli odluğunu ve size ne denli moral verdiğini en iyi hastanelerde anlarsınız.
Ağrının şiddetinden sararmış yüzlerin derin ama hüzünlü bakışlarla birleştiği tek yerdir hastaneler.
Kan almak için delinen kollarını minicik elleriyle ovuşturan çocukları, bir balonla yada bir sakızla mutlu edebilmenin ayrıcalığını yalnızca hastane ortamı yaşatır.
En önemlisi de hayatta her şeyin beş kelimden ibaret olduğunu hastanede öğrenirsiniz.
NASİP…
On beş yılık iş yaşamı deneyimimde bana bu sözün anlamını da Beyhekim Devlet Hastanesi gösterdi.
Tez projemi bitirmek içim mesai saatleri düzgün hafta sonu tatili var düşüncesiyle başladığım bir işin karakterimi bu denli şekillendirmesine hala şaşıyorum.
Bir parça kibirle, tez biter bitmez en fazla bir yıl çalışırım dediğim iş yerinde altı yılı devirdim.
Altı yılda sanırım altı yüz sınava girmiş, büyük bir başarı ile hiçbirini geçememiştim.
Her kaybedişte de Rabbim ilk başladığım günlerdeki, kendini beğenmiş kibirli hallerimdeki “Bir yıla kalmaz giderim” sözünü hatırlattı.
Her şeyin Allah’tan geldiğini ve ancak o murat ederse gerçekleşebileceğini unutup ettiğim bir cümle, kaybedilen sınavlarla bana gösterildi.
Cahilliğimin tepede olduğu o günlerde kariyer edinmeden çocuk sahibi olma fikrine de karşıydım.
Ayette belirtildiği üzere o yavruların hürmetine bizim rızıklandırıldığımızı unutup evlat sahibi olmaktan korkmuştum.
Bu hatamın bedelini de doğmalarını dört gözle beklediğim iki evladı kaybederek ödedim.
Tüm yaşananlarda söylediğim yanlış ifadeler ve takındığım yanlış tavırlar bana hatırlatıldı.
Dildeki ve gönüldeki kibri ancak Rabbime afla temizleyebilirdim.
Ve bana sunduklarının kıymetini bilerek…
Bu bakımdan da Beyhekim Devlet Hastanesi benim için hem bir okul oldu hemde bir ödül
Kimi zaman çok yorulduğumu ve yeni başlangıçlar istediğimi dile getirsem de işimi sevdim.
İşimin bana sunduklarını sevdim.
En önemlisi insanları mutlu etmeyi sevdim.
Verilenleri kabul ettim, şükretmeyi öğrendim.
Derken nasip kapım açıldı ve Rabbim önce sağlıklı bir evlat ardından da hayallerimin mesleği olan akademisyenliği sundu.
Şimdilerde nefsimi benliğimde eritecek olgunluğa erişemesem de en azından dikkatli konuşmayı ve hayattaki en büyük nimetin sağlık olduğunu öğrendim.
Ve tabii ki her şeyin beş kelimede gizlendiğini…
Selam ve Dua ile