Başkaları için çocuk oyuncağı kabul edilen işler, sizin için hiç imkansız göründü mü?
Dünyadaki en büyük özleminiz; annenizin, babanızın, kardeşinizin yada bir sevdiğinizin sesini duymak oldu mu hiç?
Denizin, gökyüzünün, suyun mavisini, ormanın yeşilini koklayarak görmeye çalıştınız mı?
Tüm yüreğinizden geçtiği halde, sevginizi dile getirecek cümleleri kurmak isterken konuşamadığınızdan sus- pus gözlerle sevdiklerinize baktınız mı?
Aile olmayı, çocuklarınıza sarılabilmeyi en basitinden kaşık tutabilecek bir elin hayalini kurdunuz mu?
Başkaları koşup oynarken, engelli yolunu işgal eden araçlar yüzünden karşı kaldırıma gidememenin ezikliğini duyumsadınız mı?
İnsana verilmiş en önemli hediye olan aklın ve zekanın kaybolduğu bir yaşamın nasıl olabileceğini düşlediniz mi?
Bedensel eksikliğinizi siz kabul etmişken ve böyle yaşamaya çalışırken, dışarıdaki insanların acınası yardımlarını reddetmek zorunda kaldınız mı?
İster doğuştan olsun- ister sonradan kazayla yada hastalıkla meydana gelsin, şayet bir engelli değilseniz, sorduklarıma tam anlamıyla cevap vermeniz mümkün değil.
Gerçi çokta uzak değiliz bunlara. Kendimizde olmasa bile yakınlarımızda gördüğümüz bir hadise aktardıklarım.
Buna karşın anlamaktan ne kadar da uzağız…
İnsanların haksızlıklarını ve yaşamla olan mücadelelerini, sessiz çığlıklarla dile getiren ,aileleri ile birlikte 30 milyona yaklaşan kişilerin durumunu paylaştım sizlerle.
Evet bizler “Görmezden gelsekt e” ülkemizde çok ciddi bir oranda engelli nüfusu var.
Bende bu yazı vesilesiyle engelliler günü ve haftası kapsamında, duyarsız bir topluma haklı isyanlarını “duyurmak” isteyen insanların sesi olmak istedim.
Elbette yalnızca bir gün yada belirli bir hafta içerisinde kutlanacak, değerlendirilecek , çözüm önerileri aranacak bir durum değil engel hadisesi.
Yaşamın her döneminde bizim yada yakınlarımızın karşılaşabileceği bir imtihan…
Kimileri her ne kadar engeli bir haksızlık olarak görüp, olayı haşa isyana akabinde inançsızlığa getirecek olsa da bedensel eksilik ne bir kusur nede hayatın sonu.
Zaten çoğu engellimizde vücutsal noksanlıklarından ziyade, diğerlerinin duyarsızlığından yada acımayla karıştırılan aşırı duyarlılığından şikayetçi.
Toplumda var olabilmek gibi büyük bir savaşın içerisindeler ve onları anlamayan insanlara belirli bedensel eksiklikleri dışında “normal” olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar.
“ Sen zaten engellisin, toplumun şartları da belli, sen bize ayak uyduramazsın en iyisi sesini çıkarma otur oturduğun yerde” tarzında bir yaklaşımla mücadele ediyorlar.
Halbuki özellikle ülkemizde böyle bir bakış açısının oluşması son derece abesle iştigal.
Çok değerli sahabeleri içerisinde engelli olanların hiçte az olmadığı bir Peygamberin ümmeti ve sosyal hayatta engellilere yönelik ince ayrıntıların dahi düşünüldüğü bir medeniyetin mirasçılarıyız.
Buna karşın, nasıl oldu da başta zihinsel engelliler olmak üzere, bedensel noksanlıkları bulunan insanları toplum dışına iten Batı kültürü, günümüzde bizleri bu konuda duyarlı olmaya çağırır hale geldi?
İnanç ve kültürümüzün hassasiyetle durduğu bu konuda gelişme göstermemiz, örnek ve önder olmamız gerekirken, ülkemizde engelliler en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamada sıkıntı çekiyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir.
Bir parça empati yapabilen herkes engelli olmanın nasıl bir durum olduğunu azda olsa idrak edebilecektir.
Gözünüzü kapatın ve biran bedensel engelli olsaydınız neleri yapamayacağınızı bir düşünün.
Tekerlekli sandalye ile yaşamını sürdürmek zorunda olan birisiyseniz boyu 10-15 cm olan kaldırımları çıkamaz, belediye otobüslerini rahatça kullanamaz, istediği her lokantaya, devlet dairesine rahatlıkla ulaşamazdınız. Sağlam bir insanın bile çıkamayacağı diklikteki rampalardan çıkabilme ve inebilme gücünüz olamazdı.
Her gün belli bir güzergahta gidip gelen görme engelli biriyseniz, kullandığınız yolun çukur olduğunu bilemeyecek, esnafın kaldırıma mal koyması yada işportacıların tezgah açması yüzünden sıkıntı yaşayacaktınız.
Şayet anlayışlı, inançlı ve idealist bir aileden geliyorsanız bile en başta çevredekiler tarafından okuma çabalarınızın beyhude bir uğraş olduğuna ikna edilmeye çalışılacaktınız.
Halbuki bireyin en temel hakkı olan eğitim ve öğretimden yoksun bırakılması ona yapılabilecek en büyük zulümlerden birisidir.
Daha bir çok örneği sıralamak mümkün.
Eksiklikleri, yanlışları vurgulamak kadar neler yapılabileceğinin üzerinde durulmalı.
İlk olarak engellilerin daha çok sosyal hayata katılmalarını sağlamalıyız. Onları aramıza almalı, zihinsel özürlülerde dâhil olmak üzere her engellinin bağımsız bir şekilde gezebildiği ve işlerini görebildiği bir toplum düzeni oluşturmalıyız.
Tüm kurum ve işletmelerde, engellilerimiz için iş imkânı sağlamalı, rehabilite merkezleri ve kurslarla çalışmalarını desteklemeliyiz.
Kanunlarla ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla acımadan, toplumda bir fert gibi algılanmalarını ve yaşamalarını sağlayacak ortamlar oluşturmalıyız.
Bu çalışmaları ve daha fazlasını yalnızca engelli insanlar için değil en başta kendimiz için yapalım.
Çünkü, doğa felaketlerinin, savaşın, şiddetin, akraba evliliklerinin ve dünya ikincisi olarak trafik kazalarının ülkesi Türkiye’de hepimiz nede olsa birer engelli adayıyız.
İnsanların çoğunun doğuştan değil, sonradan ve kazalar sonucunda engelli olduğu gerçeğini her daim hatırlayalım.
En önemlisi de asıl engellerin uzuvlarda değil beyinlerde ve yüreklerde olduğunu bilelim.
Hayırlı İşlerinizde Başarılar Diliyorum.