Dünya Kadınlar Günü geldi geçti. Nitekim her yıl Mart ayı geleceğine göre, önümüzdeki yıl da aynı gün kutlanacaktır. Nutuklar atılacak, programlar tertip edilecek, dramatik görüntüler eşliğinde içli müziklerle belgeseller yapılacak. Kurduğumuz bu cümlelere bakınca, olayı sıradanlaştırıp, basitleştireceğim kaygısıyla itiraza hazırlananlar olacaktır. Oysa bu algıyı ben değil bizzat Kadınlar Gününü icat edenler kurguluyor.
Modernizm, çağdaş yaşam zarfını attığı zaman, tüm manevi değerleri, insani duyguları, kadim öğretileri yeni bir formda tasarlamıştı. Bu tasarıda insan, kadın erkek çocuk değil birey olarak öngörülmüştü. Taşıdığımız cevher ve yaratılışımız gereği sahip olduğumuz nitelikler ve farklar sıfırlanarak bireye indirgendi. Bireysel yaşam alanları oluşturuldu, özgürlük sınırı sadece bireyle belirlendi.
Eşya, yaratıldığı öz gereği kendi içinde biricikliğe sahiptir. Biricik olmayı değil birey olup aynılaşmayı modernlik olarak sunan kapitalizm, kadın ve erkeği hazlar ve tatminler üzerinden konumlandırdı. Ortaya çıkan durum, erkeğe eşit olmak için savaşan kadınların avutulması ile ilgilidir.
Birey ve onun mutluluğunu güya sağlayacak olan modern hayat tarzı, insanın sahip olduğu özel farklılıkları hiçe sayarak, tüketen ve tüketilen bireyler üzerinden kurgulamış oldu gündelik hayatı. Sınırlamaya o kadar alışmıştı ki kadının ancak Batı’da ya da Batılı tarzda olabileceğini varsaymış, mesela Afrika’da bir kadının hangi hikâyeyi yaşadığına dikkat etmemiştir. Daha da ötesi, siyahî kadın modern köleliğin bir nevi ilk örneği olmuştur.
Kadın, batılı hayat tarzında özgür biri olarak, savaşan ve acımasız rekabet ortamında var olabilme çabası gösteren bireydir. Onu koruyup kollamak, görüp gözetmek yerine, kuralların sert ve acımasız olduğu arenanın ortasına salıveriyorlar. Ben bunu söyleyince kadınlar çalışmasın mı, para kazanmasınlar mı itirazı yapılacak. Oysa dediğimin bundan çok farklı olduğunu sen de biliyorsun.
Reklamların, eğlence programlarının, görsel şovların vazgeçilmez vitrin malzemesi haline gelen kadına kalkıp birey olarak eşitlik vadeden zihniyet, kadını da tüketmeyi hedefine koymuştur. Kadının toplumda hor görüldüğü ve şiddete maruz kalanların kadın olduğu fikrinin peşinen kabul edilmesi ve bunun üzerine kendini savunmak zorunda kalan kadının dramını sahnesine dekor olarak kullananlar, kadına hak mı vermiş oluyor, hakkını mı çalmış oluyor?
Manevi bakımdan zayıf düşmüş/düşürülmüş yığınlar, kişisel gelişim yöntemleriyle, günlük pansuman politikalarla bireysel yetkinliği ve mutluluğu arama hevesindeler. Kadın ise çok daha zor durumda; ailenin ve aile olmanın bereketini, şefkatini tadamadan, düştüğü dünya derdiyle, annelik gibi bir hediyenin neşesini tadamadan bir kumpasın içinde kalakalmış.
Kadın biriciktir, birey olmasından önce “sağlıklı bir toplumda” yeri ve makamı bellidir. Biricik olmasından kaynaklanan kendine has yönleri vardır. Zaafları, gücü, yapabildikleri ve sadece ona ait olan duygularla, kapitalizm kıskacına alınamayacak kadar özeldir.