Bırakmayın Elimi Öğretmenim

Hakan Bahçeci

            Çok muhtacız anlayışına öğretmenim. Henüz on dördünde hayatı el yordamıyla tanımaya çalışan birer çocuğuz. Zihnimiz öyle karışık öyle dağınık ki ihtimaldir düşüp gitmek bir uçurumdan, savrulup kaybolmak bir yaprak misali… Yüreğimizde büyük öfkeler, cebimizde kırılgan cümleler, aşkın ilk cemresi ve isyanın en güzeli… Sahi öğretmenim, siz söylemiştiniz hatırladım; isyanın da vardır bir erdemi.

            İsyanın erdemi nedir, bilemedim henüz öğretmenim. Annemin her akşam ağlamasına isyan etmek istedim mesela. Kardeşimin gizli gizli iç çekmesine nasıl isyan edilir öğrenemedim. Öğrenirsem ilk önce karanlığa isyan edeceğim.

            Resimlerimin hiçbirinde güneş yoktu siz sorunca fark ettim. Hep karanlık var öğretmenim, bir türlü yanmıyor ışıklar. Işığım olmaktan vazgeçme öğretmenim. Çocuk dünyamızda senin bıraktığın izler büyüyünce de kalacak dediler. Ben de biliyorum bunu ve yüzünüzü hep çiçeğe benzetiyorum. Hiç solmayan bir çiçek var mı acaba öğretmenim?

            Hani geçen Cuma izin almıştık ya senden, işte o gün babamı görmeye gittik. “Görüş Günüymüş.” Bundan kaç yıl önce bana bakıp “Baban orada çalışıyor, geceleri de işi var, işi bitince gelecek” demiştin. Babamın kaldığı yer neden dikenli tellerle çevrili ve neden bir gün bile olsa gelmiyor evimize? Biliyorum öğretmenim, gelişine daha çok var onun. O gelinceye kadar babam gibi görsem seni ve hatta “baba” desem sana. Yok, biliyorum on dört yaşındayım ve evin erkeği olarak annemin başındayım.

            Hayattan korkmayın demiştin. Korkmuyorum öğretmenim, isyan da etmiyorum aslında. Sadece üstüme gelen şu duvarlar ürkütüyor yüreğimi, bir de saçlarımın dökülüp gitmesi. Senin gibi saçlarımın olmasını isterdim, böyle dalgalı simsiyah. Annem evdeki tüm aynaları kaldırdı. Geçecek diyor annem, sen geçecek diyorsun. Geçsin öğretmenim.

            Bitkin düşüyorum bazen… Hani daha geçen Cuma, İstiklal Marşımızı okurken yığılıp kalmıştım, nasıl oldu anlayamadım. Uğultulu sesler, anlamsız gölgeler, acı bir tat, ince bir sızı hepsi gelip bir yerde donup kaldı. Kendime geldiğimde sizi gördüm, tutmuşum elinizi. Güya kocaman delikanlıydım ama düşmüştüm bir savaşçı gibi. Elimden tutan siz olunca korkmadım ki.

            Bu hastalık aciz düşürdü öğretmenim; beni, annemi, kardeşimi. Bazen annem ağlıyor gizli gizli, görmedim sanıyor ama biliyorum ben, duyuyorum. Kardeşim saçlarını biriktirmiş benim için. Onlar tamam da hani bazen siz bana hüzünle bakıyorsunuz ya… O zaman daha çok isyanım artıyor bu hastalığa. Oysa kadere rıza dersini yine sizden dinlemiştim merakla.

            Matematiği sevemedim öğretmenim. Tüm işlemlerin tek bir sonucu vardı ve hep o sonuç doğruydu. Resim en güzeliydi, bir bahar resmi yapıyor ama kardan adamı da çiziyordum. Siz ne zaman baksanız “yine uçmuşsun” diyordun ve ben gerçekten uçuyordum.

            Uçmak, çekip gitmek miydi bu dünyadan? En son yine senin elini tutup ayrılmıştım okuldan, yarı baygın yarı cansız. Artık o yarım da yok öğretmenim. Babam çıkıp gelemez, o yüksek duvarları aşamaz. Hiç olmazsa sen tut öğretmenim tabutumun bir köşesinden.