Yeni bir yıla giriyoruz derken neredeyse ilk haftası geçmiş bile. Günlerin tekdüzeliğine, sıcak gündemin albenili etkisine aldanıp, yuvarlanıp gidiyoruz. Arada bir olayların dışına çıkıp, üşümeyi de göze alarak gidişin nereye doğru olduğuna bakmak gerekmiyor mu? Ülkemizi, dünyayı kurtarmayı bir kenara bırakıp kendimizden başlasak, en azından yola çıksak bir şeyler değişmez mi?
Yeni yılda yeni kararlar alalım, geçmişin sancılarını bir kenara bırakalım(!) türünden bir kişisel gelişim zırvası peşinde değilim. Çünkü insan hayatında bir şeyleri değiştirme kararı aldığında, uygulamaya geçtiği an onun için milattır. Bunun yeni yılla, ayla, haftayla bir ilgisi yok. Bu mantıkla giderseniz, pazartesi başladığı diyeti Salı günü bırakan tonton teyzelere dönersiniz... Benim demek istediğim çemberin biraz olsun dışına çıkıp, hiçbir şey yapamıyorsak bile en azından nefes almak.
Sıcak gündemin derdi bitmiyor. Terör, Suriye meselesi, ekonomideki dalgalanma, Kudüs derken şimdi de İran’daki Amerikan destekli sözde bahar başladı. Tamam, uyanık olmalıyız, tamam olayları soğukkanlılıkla analiz etmeliyiz tamam ama biz de insanız. Gündelik hayatımız, yaşam gailelerimiz var. Biraz olsun kendimize eğilmeye de hakkımız olmalı. Ülkemizi ve dünyayı bırakalım bir süreliğine de olsa siyasiler kurtarsın. Eğer onlar yine çuvallarsa iş başa düşer ve biz destek atarız.
Mesela biraz yavaşlayalım. Zor alanı hemen yapar, imkânsız biraz zaman alır kafasından çıkalım. Gün içerisinde 2-3 saat akıllı telefonlarımıza bakmayıp, sadece arayanlara, hatta onlarında sadece acil olanlarına cevap verelim. Zırt pırt gelen bildirimleri görmezden gelip, haber sitelerinden de uzak duralım. İllaki gündemi takip edeceksek de eski usul ana haber bültenini izleyelim ya da kâğıda basılı bir gazeteyi çay eşliğinde okuyalım. Bazı şeylerden biraz geç haberimiz olsun, gayet doğal bir refleksle şaşıralım. Her şeyi bilmeyelim, her konuda bir yorumumuz olmasın. Aklımıza takılanı Google’a değil o konudaki işin ehline soralım. Merak duygumuzu kaybetmeyelim. Akşamları birkaç saat daha az televizyon izleyip, yerine radyo dinlemek bile tekdüzelikten kurtarır.
Çevremizdeki seslere kulak verelim. İbret almasak bile bazı olayların sadece masallarda, menkıbelerde geçmediğini fark edebiliriz. Geçen gün belediye otobüsünde yaşlı bir teyze ayakta kalmıştı. Ondan daha yaşlı olan diğer teyze hem latife yapmak hem de gençleri lisan-ı münasiple uyarmak için gel ben kalkayım da sen otur dedi. Diğer teyze olur mu sende yaşlısın diye geri çevirdi. Birbirlerinin yaşını sordular. Oturan teyze 74, ayaktaki 70 yaşındaymış. Çevredekiler şaşırdı çünkü oturan teyze daha dinç ve genç duruyordu. 74’lük teyzemiz bombayı patlattı; “Peyniri deri, kadını eri diri tutarmış. Benim bey bana iyi baktı ondan böyle dincim.” O yaşta olmalarına rağmen birbirleriyle şakalaşmaları, gülümsemeleri güzeldi. Onlar böyle konuşurken gençlerimizin elinde akıllı telefonları, kulaklarında kulaklık vardı.
Her şeyi bir kenara bırakalım, ölüm var, her geçen gün hesap gününe yaklaşıyoruz. Ahiret için ne kadar hazırlığımız var sorusu bile anlayan için bir yerden başlama noktasında yeterlidir. Neyse lafı fazla uzatmadan İsmail Kılıçarslan’ın şu sözüyle yazıya noktayı koyalım; "Bazen durup ufka doğru bakar ve şöyle dersin: ‘Yorulduk. Üstelik buna değmedi de.’ Çünkü hep böyledir hikâyenin sonu. Çünkü yaşadığımız yerin adı ‘dünya’dır."