BİR VEDA…

Hayrettin Atak

Niye sırtını döndün ki be çocuk, küstün mü yoksa?

Saklambaç oynuyorsan boşuna, gördüm seni çoktan dön yüzünü…

Kalk… Kalk ve savaş… Bu güzel dünyayı kirli insanlara bırakma çocuk…

Hani güzel insanlar düşünce denize, deniz yarılırdı da yürüyerek geçerdi güzel insanlar karşıya ve yalnızca kötüleri boğardı deniz… Sen kötü değilsin ki… Kalk… Kalk ve oyunlarına devam et…

Sen niye yatarsın ki şimdi orada, o küçücük boyunla boylu boyunca… Böyle oyun olmaz ki…

Hani oyuncakların, uçurtmaların… Peki ya annen? ‘Metta’nın Oğlu’nu kurtaran Yunus’u da mı görmedin yanında o bot battığında? Yapayalnız mıydın ölürken? Çok mu korktun? Çok mu acı vericiydi ölüm?

Bil ki senin böyle öldüğün bir dünyada kalmak, en az ölmek kadar zor ve acı verici çocuk… 

……….

Seni niye karşı kıyıya bırakmadı ki dalgalar… Niye hemencecik cennetine alıvermedi ki Tanrı, yolu bu kadar uzattı… Karşısı cennetti oysa…  

Vicdanımızın aynı yerde durup durmadığını öğrenmek için miydi bunca hüzün?

Utanalım tüm dünya çocuklarından ve bir daha yüzlerine bakamayalım diye mi? 

Eve gidince çocuklarımıza bir kez daha ama bu sefer biraz daha sıkı sarılalım diye mi?

“Ne işleri var burada diye her gün dövündüğümüz insanları” anlayabilmemiz için mi?

Yoksa “Sevgiyi, kıymeti, umudu, umutsuzluğu, zulmü, mazlumu” öğretebilmek için mi?

Bize bunları göstermek için değer miydi be bu kadar acı çekmeye?

Biz değmezdik bunlara çocuk… Bilemezdin… Bunu öğrenecek kadar uzun yaşamadın...   

……

Ne kadar da acımasızsın! Zamanı mıydı yüreklerimizi bu kadar yormanın!

Aslında belki de tam zamanıydı, tatilimiz de henüz bitmişti ya ondan… Çılgın eğlencelerin, içkilerin, kızların, köpük banyolarının olmadığı tatillerle kendimizi avutuyorduk ne güzel… Yıl içinde çok “Cihat” ettik ya hak etmiştik o tatili hepimiz… Her gün bombalar yağan ülkene “Barış” getirmiştik ya! Bırak bizde tadına varalım şu üç gün dünyanın, senin can verdiğin sahillerde… Senin kıyıya vurduğun sahilde senin yerine biz kumdan kaleler yapmıştık üç gün önce… Onu da çok gördün bize çocuk, çok gördün… Her birimiz şimdi Sosyal Medyadan senin fotoğraflarını paylaşıyoruz merak etme!

Vicdanlarımızı temizliyoruz…

Kalk çocuk kalk, birazdan köpürür deniz, dalgalar daha da yükselir… Yüzüne çarparsa o dalgalar daha da acırsın… Hatta üşür, hastalanırsın…  

Kalk çocuğum kalk, yarım kalmış oyunların var daha… Senin yerine benim aldığım nefesler var… Ve üzerimde büyük alacakların… Almadan gitme çocuk, almadan gitme…

….

Ya da artık çok geç diyorsan, hadi sen git cennetine, bizim bitirilecek işlerimiz var daha…

Hem cehennem bekler bizi daha, hazırlık yapmak gerek…

……

Sahi adın neydi çocuk?

Sen orada yatarken bir an çocuklarımızı gördük, onları senin yerine koyduk ve üzüldük ya!

Merak etme oda geçer iki güne…

Unutacağız ismini de nasılsa…

Seni de gömeceğiz “Vicdanımızı Yaralayan Çocuklar Mezarlığına” ve rahatsız etmeyeceğiz bir daha, meraklanma… Firavunların yeni cinayetlerinde çıkacak belki fotoğrafın arşivlerden hepsi bu…

Ama Allah (C.C.) boğulduğun o denizlerden daha büyüklerinin ayaklarının altından aktığı sularla çevrili hayatlar sunacak sana… Ve orada oynayacaksın en güzel oyunlarını… “Hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulan” diğer bütün çocuklarla beraber… 

…..

Bırak insanlık öldüğü yerde kalsın çocuk… Biz sessizliğimizde boğulalım…

En azından sen, bundan sonra ne korkacak, ne üzüleceksin bir daha… Üşümeyeceksin mesela… Annen hiç ayrılmayacak yanından… Bırak biz yanalım derdimize…

Senin bu küskünlüğüne, ağlasa gözyaşında boğularak ölecek insanoğlu, ağlayamasa vicdanı boğacak onu her gün…

Ölmeyenler de zaten yaşamıyorlar bu dünyada…

…..

Şimdilik Hoşcakal Çocuk, minicik ellerinle yakamıza yapışacağın güne kadar…

Allah secdeni de şehadetini de kabul buyursun…

Sen o verdiğin pozla çok şey öğrettin bize…

Bırak en azından bu vicdan azabın bizimle bir ömür yaşasın…