Aylardan Nisan. Serin bir Ankara gecesi. Yumuşacık bir karanlık var. Az önce sesini duydum; sesin kırık, sesin gücenik, sesin ağlamaya hazırdı. Konuşmamızı uzatmak için, birbirimize, duygusuz bir merakla sorular sorabilirdik, sormadık. Sessizliğimizin içine merhamet koyduk, düşlerimizi koyduk, özlemek koyduk. Sustuk. Telefonu kapatırken içlenmiştim içlenmesine de, adından dolayı alıp hala okuyamadığım kitabın adını tekrarlıyordum: “Haberini alayım, yeter.” Buruk da olsa memnundum. Haberini almıştım. Hem biliyordum, insanın kalbi kederle dolu olduğunda ağzından sözcük de çıkmazdı. Sağlığına duacıydım.
Herkesin kendine göre bir yalnızlığı vardı. Hatta bazen insanın, yalnızlığını azaltmak için konuştuğunu ve yazdığını da bilmiyor değildim. Yalnızlık, isimsiz korkular taşımaktı. Sonra seni tanıdım. Yoluna çıkmıştım. Nasibimdin. Sevmiştim. Sevgili şairim şöyle demişti: “Yoluna çıktığının kaderine sahip çık.” Sanırım, dostum Gökhan Özcan’ın ifadesiydi: “İki kişilik yalnızlık” olmuştuk. Sen hayatıma girene kadar “yürekli” kelimesinin manasını, sevmenin servet olduğunu bilmiyordum. Bu durum, ruhumun yeniden canlanışı gibiydi.
Yalnızlık dedim de, bazen, sen de yaşıyorsundur; daha ilk karşılaşmada hemen ellerini uzatan, kırk yıllık dostmuşçasına sarılan, hiç tereddüt etmeden yardım etmeye yatkınlık gösteren insanlar vardır. Ancak gel gör ki, tam da bu insanlar, karşısındaki insanla ve bu insanın hisleriyle alakadar olmadıkları için yalnız, yapayalnız kalmaya mahkûm oluyor, nedense bu davranış biçiminden de bir türlü vazgeçmiyorlar.
Sözlerinde, bakışlarında gerginlik olmazdı. Bir kalem, bir kitap, senin için yazılmış birkaç cümlelik mektuplara karşı, beklenmedik, bulunmaz, harika bir hediye almış bir çocuk gibi sevinirdin. Mutlu bir gülümseme yayılırdı yüzüne. Bayağılıktan uzak asil bir neşen olurdu. Seni her kimin yanında gördüysem, âdeta güzel bir koku saçar gibiydin. Bunu da yanındakilerin memnuniyetinden anlıyordum. Riya olmasından şüphe edilmeyecek derecede samimi bir saygı ve nezaket görüyordun. Seviniyordum. Mutlu oluyordum. N. Genç nasıl demişti: “Zambağın tam ortası kadar güzeldin” işte. Bir yanın şımarık diğer yanın ağırbaşlıydı. Ya da ben böyle görüyordum.
Dağlım. Denilir ki, çam ağacı ölünceye kadar solmaz, yapraklarını dökmez. Yılan, kaplumbağa, kertenkele gibi sürüngenler hiçbir zaman çam ağacının yanına yuva yapmazlar. Çam ağaçları aynı zamanda içinden çürüyüp kabuk haline de gelmezler. Ansızın ölürler ve yeni bir hayata yol verirler. Eski ağaç yenisinin büyümesine engel olmaz. Çam ağacının yerine kendimizi yazabilsek yeterdi bize.
Bazen, bahar akşamüzerleri yürürdük. Baharın yumuşaklığı ruhumuza sinerdi. Erik ağaçları çiçek açtıktan sonra taç yapraklarını dökmeye başlardı. Bunu kiraz, şeftali ve nar ağaçlarının çiçekleri takip ederdi. Söğütlerin gölgesinde büyüyen ayva ağacı geç kalmıştı. Ayva ağacının geç kalmasını, yaşlılar, bu yıl kış çetin olacak diyerek yorumlardı. Yanımızda birileri olduğunda göz göze gelmekle yetinir, yalnız kaldığımızda içimizden geldiğince konuşur, usulcacık türkü söylerdik. Toprağın çiçeklenmesi olan, serin, nazenin, taze çimenlerin üzerine sırt üstü uzanıp gökyüzüne bakmayı özlüyorum Dağlım. Etrafımızda dağların soylu sakinliği, tepelerinde gökyüzünün o derin maviliği uzanıp giderdi, biz susardık. Ağaçların, kuşların, dağların, gökyüzünün ve gönlümüzün konuştuğu yerde kelimelere değil, birbirimizin ruhuna, duaya ve şükretmeye sarılırdık.
Seni sımsıkı kollarımda tutar sonra da gözlerimiz dolu dolu ayrılırdık.
Birbirimizden ayrıldığımızda her zamankinden daha yakın olduğumuzu da bilirdik.
Uzakdoğu’da, dostluğu, eşitliği, sevgiyi belirtmek için bir insana bir çay verilirken, bir kâse uzatırken iki elle birden verilir, alan da duruma göre tek eli veya iki eli ile birden alırmış. İnsanoğlu her zaman, her yerde kendince bir incelik geliştirmiş. Sevgisini, dostluğunu göstermenin yolunu bulmuş. Mektuplarım, sana iki elimle birden uzattığım çay bardağıdır, böyle sayasın isterim.
A.Gide, “Herkesin mutluluğunu çoğaltmakla kur mutluluğunu.” der ve devam eder. “İnsanların sana sundukları gibi kabul etme hayatı. Hayatın daha güzel olabileceğine inandır kendini.”
Uzak dağın kiraz ağacı. Ömrümün baharı. Dağlım.
Gerçekler insanlığımıza onursuzluk getirmez.
Gerçeklerden ve kalbimizden uzaklaşmayalım.
Bir erkek en fazla nasıl söz verebilirse işte ben de öyle söz veriyorum!
İyi bir insan, sana iyi bir dost olacağım.
Senin uzağın gurbet, senin uzağın soğuk.
Bazen birkaç günlük güneşe ihtiyacım oluyor.
Sevgili kardeşim ve şairimin dediği gibi:
“Bir sen gitmişsin sanki herkesler burda kalmış.”
Allah’ım! Sevdiğin insanları sevmeyi nasip et.
Sevdiğin insanlara yardım etmek için bana güç kuvvet ver.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!