Dağlım, sarı çuha çiçeğim…
Yaylalara çıktığını söylüyorsun. Biliyorum ki yaylalar gibi gözlerine de sis düşmüştür.
Son mektubun yanımda, durup durup okuyorum: “Utanca sırt çevirdim bir ağacın tarihsizliğine sığınarak. Kahra el verdim, sebepsiz bir rüyanın çatısı altında durarak. Yaprak kelimesini sevmeden sevemiyorken yaprağı, aşk kelimesini okşamadan okşayamazdım yârin saçlarını. Dünya bu yüzden yekpare bir kelimeden ibaret oldu gözümde. Ekmek’e uzandım, çiğnenmiyordu, sabretmeye yanaştım, teselli vermiyordu. Yağmur’u bekledim, ıslatmıyordu. Eksik olan neydi: yaşamak mı? Utanmadan, kahırlanmadan yaşayadurmak…
Bir rüya gördüm, uyandım. Uyandım, bir rüya gördüm. Bir gördüm, rüyaya uyandım. Bu arada gün doğmuş, gün batmış, ben hep aynı hayalin kıyısında konakladım. Otağ kurdum, kervansaray diktim, sebil inşa ettim. Bir ben bir de rüyam, ağaçları okuya okuya ümmi olduk sonunda. İlim ve aşk bir nokta idi, öylece kaldı. Dağıtmadık, sarsmadık, öfke duymadık. Muhayyerkürdî bir ısrarla çaldık kapısını vuslatın, açıldı, ardındaki gök saraylarla...
Biliyorsun sevgilim, bir masalı hiç kimse, hiçbir vakit öldüremez...
Senin satırlarını sana yazmak, senin satırlarında kendimi bulduğum içindir Dağlım. Bir masalız biz, içli bir hikâye, hep söylenecek bir türkü. Sen yaz, sen yazdıkça yaşama umudum tazeleniyor.
Çingene kızı Carmen, delikanlıyı amber çiçeğiyle vurmuştu! Vurulmak ölmek olmuyordu. Ölmek; aşkın bütün aşamalarını yaşamak ve bedel ödemekle oluyordu. Çiçekle vuranlara ve vurulanlara selam ediyorum Dağlım.
İnsan sevdiğine “özgürlüğün bir başka biçimi olan sevdayla” esir olur. Sevdiğimiz için “tutuklu” kalmayı yüreğimize nişan sayarız. Değişik korkularla evet demek, sinmek, kaybetme endişesiyle kabullenmek “sevmek” değil “köleliktir” Dağlım. Oysa “özgürlük her şeydir” demektir, bir gün tutuklu kalmamak için, çingeneler gibi, bir kenti ateşe verebilmeli insan.
Temiz bir sıcaklığın, dinginliğin ve unutuşun peşindedir insanoğlu. Hastalıktan, karanlıktan ve yalnızlıktan kaçar. Anne, baba, evlat, kardeş vardır... Vardır da hepsinin yeri ayrıdır. Bir erkeğe bir kadın, bir kadına bir erkek düştüğünü çocukken öğreniriz, biliriz, bilmez görünürüz. Ararız. Buluruz.
Hayır, bulmak yoktur. Yaşadıkça arar insan; ararken öğrenir bulamayacağını ve yine de ancak aramaya devam etmesi gerektiğini.
Ne çabuk bitiyor günler. Gözlerimi kocaman açıp bakıyorum ağaçlara, gökyüzüne, yıldızlara. Sessiz bir türkü söylüyorlar. İnsan kutlu bir varlık. Kalplerimiz ve gözyaşlarımız olmasa ne yapardık çuha çiçeğim?
Sen bir dağlısın sevgilim, seni ovada görenler ne çok yanılıyor!