Benim gönül dünyamda iki iklim hüküm sürüyor kendimi bildim bileli. Bunların biri hazan, diğeri de azgın bir zemheri. Bu yüzden karanlık gökyüzü ve boz bulanık bulutların altında yaşıyorum mütemadiyen. Zemheri biter bitmez baharı düşlüyorum ama ne mümkün! Onun gelmeye hiç mi hiç niyeti yok! Başımı nereye çevirsem çevireyim karşımda yine asık suratlı bir gökyüzü, yine boz bulanık bulut öbekleri. Üstüne üstlük peşimi hiç bırakmayan asi bir rüzgârın pençesinde olduğumu bilmek kahrediyor beni. Zemherinin ardından bahara erişemeden tekrar başa dönmek olur şey değil! Dilime pelesenk olan; “Ya sabır” kelimesini ağzımdan düşürmüyorum. Umut duvarımı tahkim ediyor, O’na; Ya! Rab içimi ferahlat, bana bir yol göster diye yalvarıyorum.
O günün gecesi; “Bir kılavuz bulmalısın” diyen ses yankılanıyor kulaklarımda. Günlerce hani nerede benim kılavuzum diye etrafa bakınıp duruyorum. Tanıdık tanımadık kim varsa her kese soruyorum. Tam ümidimi kaybettim derken rüyama giren aksakallı, mavi gözlü, piri fani elime; “Kılavuzun bu senin” diyerek bir kitap tutuşturuyor. Kan ter içinde kalmış bir vaziyette uykudan uyanıyorum. Bu kitap o kitap diye sayıklıyorum kendi kendime. Şaşkınlığım geçmek bilmiyor. Aceleyle fenerimi yakıyor, kitaplığa doğru yöneliyorum. Eski ahşap kitaplığımın bir köşesinde toz içinde kalmış o kitabı elimle koymuş gibi buluyorum. Kitabın üzerinde rüyamda gördüğüm piri faninin resmi, hemen altında ise iri puntolarla yazılmış, “Mesnevi” yazısını görüyorum. İçim bir hoş oluyor. Göz pınarlarımda biriken yaşı silip onu göğsümün üzerine bastırıyorum.
Saate bakmıyor, zaman denen mefhuma aldırmıyorum. Gözlerimi satır aralarında dinlendiriyor, sayfalar arasında sörf yapıyorum adeta. Ne bıkkınlık ne de yorgunluk belirtisi hissediyorum. Okudukça Pir’in tılsımlı sözleri sanki yağmur taneleri gibi düşüyor gönül toprağıma. “Sevgiden tortulu bulanık sular arı duru hale gelir. Sevgiden dertler şifa bulur, ölüler dirilir. Sevgiden padişahlar kul olur” Diyen cümleler hiç hüküm sürmediğim baharı muştuluyor bana.
Zaman beni unutmuş, ben zamanı. Önümde bir bardak su, yanında bir tas çorba ve bir dilim kuru ekmek. Satırlar mı beni, yoksa ben mi satırları okuyorum bilmiyorum. Kitabın bir yerinde kılavuzum yeniden sesleniyor ve ”Altın ne oluyor, can ne oluyor. İnci mercan da nedir, bir sevgiliye harcanmadıktan bir sevgiliye feda edilemedikten sonra” Diyor. Sevgiyi bilmeyen, aşktan bihaber gönlüm adeta, ”Aşk pınarı” oluveriyor aniden.
Şiirler, rubailer, beyitler derken Pir’in bütün eserlerini okuyorum günlerce. Sözler bir kurşun gibi işliyor iliklerime. Gönül toprağımda papatyaların sümbüllerin ve lalelerin boy verdiğini hissediyorum. Gönlümde hüküm süren kış yerini bahara bırakıyor. Her daim esen asi rüzgâr tatlı bir melteme dönüşüyor. Şimdi gökyüzünün suratı asık değil. Maviliklere yaslanmış beyaz bulutlar gülücükler gönderiyor bana. Yeşilin içindeki yeşili, yokluğun içindeki varlığı, kıbleye yönelmiş ağaçları ve zikre dalmış kuşların cıvıltısını duyuyor ve görüyorum. Ve gönül bahçemde ilk kez bir bahar yaşıyorum.
Esenlik dileklerimle.