BİR KAHRAMANIN HİKÂYESİ

Esra Akyol

Kış mevsiminin son günleriydi. Bahara sayılı günler kala, takvim yaprakları 20 Şubat 1974’ü gösterdiğinde Niğde’nin Çukurkuyu köyünde, 42 yıl sonra tüm Türkiye’nin adını duyacağı bir çocuk dünyaya geldi. Ailenin üçüncü çocuğuydu, babası adını Ömer koydu. Köydeki ilkokulu bitirdi. O coğrafyada yaşayan bütün Ömerlerin kaderiydi hem çalışıp hem okumak. Ömer de okuldan artakalan zamanlarında babasının sürüsüne çobanlık yaptı. İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula devam etti.

‘Eli erken ekmek tutsun’ diye Niğde’deki Endüstri Meslek Lisesi Makine bölümüne kaydı yapıldı. Her gün 50 km yol giderek meslek lisesini bitirdi. Annesi Fadimeana’nın tarhana çorbası ve bozkırın güçlü sesi Neşet Ertaş türküleri, hele ‘Zahide’ türküsü vazgeçilmezleriydi. Babasının ‘şerefinle yaşa, büyüğüne saygılı, küçüğüne şefkatli ol’ sözleri de kulağından hiç gitmezdi. 

Hayali askerlikti. Liseyi bitirdiğinde artık askerlik zamanı gelmişti. Bir mesleği vardı ama hayali başkaydı Ömer’in. Asker olmak istiyordu. 1993’te gittiği askerlikte tezkere bıraktı. Uzman çavuş olarak orduya katıldı. 1996’da gönüllü olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin birliklerinin başında olan Özel kuvvetler komutanlığına geçti.

Başarılıydı, çok iyi bir askerdi. 1999’da astsubaylığa terfi etti. 24 yaşındayken Hatice Hanım ile evlendi. Elifnur ve Doğan Ertuğrul adını verdiği iki çocuğu oldu. İyi bir eş, iyi bir babaydı.Zorlu görevi nedeniyle eşi ve çocuklarından hep uzak kaldı. Yurtiçi ve yurtdışında operasyondan operasyona koştu. Özel kuvvetler komutanlığında dile kolay 20 yılı tamamladı.

Asker arkadaşları onu hep “arazide çok iyiydi, çok cesurdu, az uyurdu, gözükaraydı,görev adamıydı, yorulmazdı” diye anlatırdı.

Neşet Ertaş vazgeçilmeziydi. Yönetmen Mesut Gengeç’in hazırladığı ‘Ben Ömer’ isimli belgeselde arkadaşı Kadir Karayel onun Neşet Ertaş sevgisini, “ uzun sürecek operasyonlara giderken mümkün olduğunca sazını da yanına alırdı. Saz çalmayı, türkü söylemeyi çok severdi. Neşet Ertaş’ı çok severdi. ‘ya beni de götür ya sen de gitme’ türküsünü çok söylerdi. Gittiğimiz yerde internete bağlanma imkânı varsa köyünü izlerdi. Fonda türküler dinlerdi.” Sözleriyle anlatıyordu.

Köyüne ev yaptırıyordu. Yıllar geçtikçe Ömer’in baba ocağına ve doğduğu topraklara özlemi artıyordu. Enbüyük hayali olan üniformayı yıllarca taşımıştı. Artık başka bir hayali vardı. Emekli olduktan sonra köyüne yerleşmeyi hayal ediyordu. Köyünde yapmak istediği evinin temellerine de 4 Temmuz 2016 ‘da attı.

O tarihlerde hainler de o hayalleri bitirmek için temel atıyordu.

Ömer Halisdemir 15 Temmuz günü Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda nöbete başladığında sıradan bir gün yaşanıyordu tüm Türkiye’de.

Mesai saatleri bitmeye yaklaştığında kahraman askerin içinde, anlam veremediği kötü bir his vardı. Hatta babasını arayıp içindeki bu sıkıntıyı onunla paylaşmıştı. Babası da ‘dikkatli ol oğlum’ demişti. Akşam saatlerinde birlikte hareketlilik başlamıştı. Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı ile Astsubay Ömer Halisdemir arasında darbenin gidişatını değiştirecek konuşmalar yapılıyordu. Aksakallı, Ömer Halisdemir’e Semih Terzi’nin hain olduğunu, birliğe geldiği an onu vurması emrini verdi ve helalleştiler. Semih Terzi birliğe yaklaşınca Ömer Halisdemir 3-4 el isabetli atış ile onu yere yığarken, çevresindeki darbeci askerler Ömer Halisdemir ‘i kurşun yağmuruna tutarak şehit ettiler.  Çukurkuyulu kahraman Ömer şehit olurken bile vatanına hizmet etti ve darbenin seyrini değiştirdi.

O gün kahraman Ömer gibi 249 şehit verdik. Ömer’in hikâyesi gibi 248 tane hikâye anlatabiliriz. Hepsinin hayalleri, umutları vardı. Çok isteyip de yapamadıkları, geride bıraktıkları eşleri, çocukları, kardeşleri, ana-babaları vardı. Ama hepsi yarım kaldı…

Şehitlerimizin kanı yerde kalmasın.Bu hainliği yapanlardan, yaptıranlardan tek tek hesap sorulsun. Biz birlik oldukça bu vatanı kimse yıkamaz. Allah bu millete başka 15 Temmuz’lar yaşatmasın.