Bir iğde kokusudur anneannem

Hasan Ukdem
Çocukluğumun geçtiği Araplar Mahallesi’nde sokakların, caddelerin resmi isimlerinin yanında bir de halkın kendi aralarında bildikleri yer isimleri vardı. Mesela cıngırığın ora, tekkeli bahçe, kocaense, evler ucu, iğdelerin orası gibi. Eskiden su çekilen ama artık kullanılmayan bir cıngırık vardı, o mevki onunla özdeşleşmişti. Tekkeli bahçede sanırım çok eskiden tekke varmış, ancak kendi kaybolsa da adı kalmıştı. Kocaense evlerin arasında boş bir arsaydı, orada sürekli maç yapılırdı mahallenin gençleri tarafından. Evler ucu ise, caddenin sonunda evlerin seyrekleştiği ve bitip bağların, bahçelerin başladığı yere verilen isimdi. Anneannemlerin evleri de oradaydı. Ve iğdelerin orası, büyükçe bir bahçede yer alan belki onlarca iğde ağacının bulunduğu bir yerdi. Bahçenin duvarları olmadığı için de olabildiğince güzelliğiyle gelip geçene görünürdü. Bizim bakkalın önünde otururken görebilmeme rağmen yakın olmayan bir mesafedeydi. Evler ucuna doğru baktığımda, çok sayıda olmayan az katlı evlerin kapatamadığı bir manzara arz ederdi. 
 
Her bahar filizlenen iğde çiçeklerinin kokusu bütün mahalleye yayılır, insanlara sihirli bir duygu aşılardı. Evler ucuna doğru başımı çevirdiğimde iki şeyden mutlu olurdum, bir iğde ağaçlarının görünüşü, iki anneannemin bana doğru geliyor olması. Güler yüzü, sevgi dolu bakışları, dilinden düşürmediği hayır duaları ve sımsıcak şefkatiyle bütün mahalleyi güzelleştirirdi her adımında. O Araplar’ın Ayış Hoca’sı, benimse sevgi pınarımdı. O dönemdeki çocukların birçoğu Kur’an okumayı ondan öğrenmişlerdi. Küsleri barıştırır, evlenecek gençlere yardım eder, ekmeği aşı olmayanlara, yakacağı kalmayanlara el atar, bir şekilde yardım sağlardı. Bunu o yıllarda yaşayanlar çok iyi bilir.
 
O zamanın ruhu, anneannemim davranışlarıyla bütünce anlatılabilirdi aslıda. O, yardımlaşmanın, dostluğun, samimiyetin, iyi niyetin ete kemiğe bürünmüş haliydi adeta. Bir keresinde annemler kaplıcalara gitmişler, tek kız kardeşimizi de yanlarında götürmüşlerdi, üç oğlan kardeş evde kakmıştık. Başımızda da anneannemiz kalmıştı. 1980’di, 12 Eylül sabahıydı. Biz daha yeni uyanmıştık ki “kuzularım geceden beri dışarda bir şeyler oluyor, askerler dolaşıyor sokakta, ihtilal mi oldu bilmem” demişti. Gerçekten de öyleydi. Sokağa çıkmak yasak, dükkanları açmak yasaktı. Ama onun şefkati sımsıcak sardı bizi, korkumuz, endişemiz silindi gitti. İncecik dilimlediği patateslerden yaptığı salçalı kızartmaların lezzeti, hala kardeşlerimin de benim de damağımızda durur.
 
Ne zaman o günleri ansam, sarı beyaz iğde çiçeklerini ve başında örtüsü ve yüzündeki gülüşüyle anneannemi hatırlarım. İğdeler yalnız baharda çiçek açardı ancak onun gülüşü, dört mevsim içimizde adını bilmediğimiz çiçekler açtırırdı. Bütün bunlara rağmen anneannemin hayatı öyle kolay da değildi. Dedem vefat etmiş, evdeki kızlarıyla kalakalmıştı. Oğlu yoktu, şimdiki gibi emekli maaşı falan da kalmamıştı biricik eşinden. Ama onu hiç acılı bir yüzle görmedim. Hep güler bir yüz, hep tevekkül eden bir yürek, hep dirayetli halle hatırlıyorum onu.
 
O vefat ettiğinde ben 15 yaşımda falandım. O se daha 48’deydi. 1981 yılının bitmesine iki üç gün vardı, soğuk bir kış akşamında aramızdan ayrıldı gitti. Barış Manço’nun babaannesi için yaptığı şarkısında “bir gün göçtün gittin, inanamadık Gülpembe” dediği gibi, biz de onun gidişine inanamadık. O insanlara sevgiyle bakan, inançlı olmayı salık veren ve hayat dolu kadın bir onmaz hastalıkla göçüp gidivermişti. Çocuk yüreğimde bu acının tarifi yoktu. 
 
Artık iğdelerin oraya doğru nasıl bakacaktım. Ta uzaktan gölgesini gördüğümde içimde çiçekler açtıran kadın bir daha görünmeyecek miydi? Öksüz mü kalacaktı evler ucu? Ya ben, nereye sığdıracaktım onun içimde bıraktığı boşluğu? İmdadıma yine onun tevekkülü ve iyilikle dolu gönlü yetişti. Onun gibi bakacaktım artık hayata.
 
 
 
Cıngırığın ora, apartmanların altında kayboldu. Tekkeli bahçe, sitelerin arasında yitti gitti. Kocaensede top oynayan çocuklar dede oldu. Evler ucunda bir Cengiz Topel okulu var yerinde duran, ona da birçok ek bina yapıldı. İğdelerin orası İl Jandarmanın ötesinde, betonlardan görünmüyor artık. O yıllardan hatırladığım trafolar, su depoları, eski bağlardan kalan puştalar, sahiplerinin adlarıyla anılan bağlar bahçeler yok artık. Hepsinden öte benim anneannem, mahallenin Ayış Hoca’sı yok. İçim burkulsa, gözüm yaşarsa da onu ve o yıllardan kalan bir iğde kokusudur anneannem beni burnumda tüten.
 
Sevgiyle kalın.