Mescid-i Aksa… İslamiyet’te en kutsal üçüncü yer… Peygamberlerin ve tarihin iç içe geçtiği muazzam atmosfere sahip, zamanı durduran başmekân… Öyle ki Kâbe-i Muazzama’nın çevresi gibi koca koca binalar şükür henüz buraya uğramadı.
Dokusu bozulmadığı için kendinizi Hz. Ömer’le Kubbet-üs Sahra’yı arar gibi, Hz. Davud’la tekrar fetheder gibi, Hz. İsa ile yeniden doğar gibi hissedersiniz. Kıble Mescidi’nin daha içerisine adım attığınızda sizinle birlikte giren küçük Hz. Meryem’i yanınızda bulursunuz. Onun başını okşayan Hz. Zekeriyya oradadır. Her gün semadan Hz. Meryem’in Kıble Mescidi’ndeki odasına meyveler gönderen Allah şah damarınızı titretir. İşte Mescid-i Aksa ve bugün ki yazımın mevzusu Kıble Mescidi bu şuurla incelenmeli ve duygular bu beldelere karşı daima diri tutulmalıdır.
Evet, Mescid-i Aksa’yı gezmeye bugün de devam edeceğim. Bıkmadan usanmadan anlayıp anlatacağım. Bir önceki yazımda büyük bir kapıyı aralayıp Kubbet-üs Sahra’yı incelemiştik. Bu yazıdan sonra o kadar olumlu tepkiler aldım ki şimdi daha büyük bir şevkle size Kıble Mescidi’nden bahsedeceğim.
Aslında öncelikle neden Kıble Mescidi ya da Cuma Cami deniyor ona bakmamız lazım. Kıble Mescidi olarak anılması kıbleye en yakın mescid olmasından kaynaklanırken, Cuma Cami diye anılmasının sebebi ise burasının o dönem Cuma namazları için yapılmış bir cami olmasıdır. Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi birçok medeniyeti içerisinde barındırmış olan Mescid-i Aksa’nın Kıble Mescidi’ni o dönem Emeviler yaptırdı. Fakat içerisinin şu an ki haline gelmesini sağlayan Memlüklüler oldu. Bir müddet de Abbasilerin muhafazasında kalan mekân I. Haçlı Seferi ile Haçlıların eline geçti. Ve maalesef Haçlılar boş durmayıp bu güzel mescidi kiliseye çevirmek için ellerinden geleni yaptılar.
Haçlılar Müslümanların en ihtişamlı mescidi asimile ededursun o dönemin Müslümanları da boş durmadı elbette… Büyük Selçuklu Devleti’nin ileri gelen komutanlarından Nureddin Zengi Kudüs’ü Haçlılar’ın elinden almak için elinden geleni yaptı. Zengi o kadar gönülden istiyordu ki mukaddes toprakları almayı, fethedince Kıble Mescidi’nin içerisine yerleştirilsin diye harikulade güzel bir kündekari minber bile hazırlattı. Görkemli minberin yapımı tamı tamına beş yıl sürdü. Hayatının sonuna kadar bu uğurda mücadele eden Nuredddin Zengi’nin Kudüs’ü almaya ömrü yetmedi. Fakat öğrencisi olan Selahaddin Eyyübi’ye vefatından önce vasiyet niteliğinde bir istekte bulundu. İsteği şöyleydi; “Eğer olur da ben Kudüs’ü Haçlılardan alamadan bu dünyadan gidersem sen benim yerime fethet ve şu minberi oraya götür.” Bu vasiyeti kendisine görev bilen Selahaddin Eyyübi ise 1187 yılında Kudüs’ü topraklarına kattı ve o şaheser minberi Kıble Mescidi’nin içine koydu.
Osmanlı’nın refah içindeki yönetiminden sonra daha öncede bahsettiğimiz gibi 1917’de İngilizler 30 yıl sürecek bir şekilde bölgeye hâkim oldular. Tabii ki bu hâkimiyet bir planın parçasıydı. Plan devreye girince İngilizler toprakları Birleşmiş Milletlere verdi ve 1948’de oradan buradan toplanan Yahudilerle İsrail Devleti kuruldu. Bu nadide topraklar, bu üç kutsal mekândan birisi olan Mescid-i Aksa Yahudi yönetimine geçti. Peki, sonra ne mi oldu? Zulüm ve ziyan kutsal topraklara nüfuz etti.
Tarihler 21 Ağustos 1969’u gösterirken Avusturalyalı bir Yahudi olan Michael Dennis Rohan eline aldığı bir şişe benzinle Mescid-i Aksa Kıble Mescidi’ni gözünü bile kırpmadan cayır cayır yaktı. Nureddin Zengi’nin vasiyetiyle Selahaddin Eyyübi eliyle getirilen o eşsiz minber de göz göre göre kül oldu. Kıble Mescidi alevlere gömüldü. Dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir, Müslümanlar bu yangını bizim yanımıza bırakmaz. Yarın hepsi üstümüze gelir diyerek o kadar huzursuz oldu ki. Bu yangının gecesinde gözüne uyku girmedi. Gel gelelim hiçbir şey düşündüğü gibi olmadı ve ertesi sabah Türkiye'nin de içinde olduğu hiçbir Müslüman medya bu konuda yazı yazmadı, yayın yapmadı. Galiba o gece Müslümanlar hiç uyanmamıştı. Yangında o günden sonra Müslümanların vicdanında bilfiil yanmaya devam edecekti. Mescidi yakan şahsa ne oldu diye merak edenler olabilir. Her zaman olan şey oldu ve akli dengesi yerinde değil denilerek salıverildi. Konuyu burada toparlamak istiyorum ancak son olarak ilginç bir anekdot daha paylaşacağım. Yanan minber ve Kıble Mescidi konusunda Müslüman dünyada bir farkındalık doğunca Turgut Özal dönemin Ürdün Kralı ile birlikte, Konyalı bir ustaya yanan minberin aynısından yaptırmak istedi. Konyalı ustamızın birebir aynısını yaptığı minber şu an hala Kıble Mescid’nin içindedir ve iç kısmında ustamızın ismi yazar. Olur ya belki bir gün yolumuz düşer bu onur verici minberi görmek hepimize nasip olur.