Haftanın her günü izlediğimiz en az bir dizi var. Misafirliğe gidecek olsak dizimizin olmadığı bir akşama denk getirmeye çalışıyoruz ziyaretimizi. Bugün işimiz var yarın alsak olur mulara gidiyor komşuluk ilişkilerimiz. Biri gelecek olsa evimize, dizimiz başlamadan kalkıp gitse diye saate dikiyoruz gözümüzü. Bir hafta yayınlanmasa merakımızdan ölüyoruz. Artık değme senaristlere taş çıkaracak kadar hakimiz dizi hikayelerine. En kral senarist biziz. İlk bölümden finalde olacakları tahmin ediyoruz.
Kurgularımız ya hayallerimiz üzerine ya da yalan olmuş yıkımlarımıza... Abarttığımı düşünmeyin aramızda diziye dalıp namazını geçirenler bile olabiliyor.
Her sezon başında nerdeyse yüze yakın yeni dizi yayına başlıyor ve nasıl olduğunu anlamadan nerdeyse hepsini az buçuk seyrediyoruz. Pek hayra alamet olmayan bu durum hayatımızı da derinden etkiliyor. Bir dönem çocukların ve gençlerin dizilerdeki şiddetten etkilenerek birbirlerini yaralamaları ve hatta öldürmeleri uzun uzadıya tartışıldı. Sonra unutuldu. Ama kimse gayrı meşru çocuk,aldatma ve nikahsız birliktelikleri çok fazla eleştirmedi malesef. Yakın zamanda, lise çağında bir genç kızın kendisinden yaşça büyük birinden bebek bekliyor oluşunun anlatıldığı bir dizide, genç kızın ailesini karşısına alarak çocuğunu doğurmakta ısrar edişine bile ses çıkaran olmadı. Daha dün gibi.
Ve aslında asıl meseleye gelmek istiyorum..En önemli sorumluluğun üzerinde olması gerekirken bu vicdani muhasebeyi ruhunda yaşayamayan senaristlere sözüm.
Senaristler asla ve asla yaşadıkları cemiyeti tanımıyorlar. Çünkü halktan kopuk yaşıyorlar. Zaten gariban bir halk çocuğu da karnını doyurmaktan fırsat bulup ben senarist olacağım demiyor. Doğrusu merak ediyorum, acaba kaç dizi senaristi yer sofrasında dizini kırıp yemek yemiştir? Kaçı soba yakmıştır hayatında?
Senaristlerin hayatlarına bakınca birçoğu tam karakterleri teşekkül edecek yaşta batıya eğitim almaya gittiğini işte bu yüzden duymuyor muyuz? Bütün algıları batı toplumu gibi gelişiyor sonra. Bunu yazdıkları metinlerden, kurgularından anladığımız gibi Türkçelerinden de anlamak mümkün. Bazı dizilerdeki replikler Amerikan filminden çevrilmiş gibi. Aslında meselenin özü burası. Mesela hiç çeşmeden evine su taşıyan olmuş mudur? Yeşilçam’da bir oyuncunun, hayatında hiç yapmadığı bir işi rol gereği yapacak olsa, gidip birkaç zaman o işte çalıştığını duymuşsunuzdur. O yüzden o filmleri biz hala seyrediyor ve hala keyif alıyoruz. Dizilerde normal bir aile bile üç katlı villalarda yaşıyor. Günümüz Türkiye’sinde kaç aile havuzlu villada yaşıyor? Eh, senaristlerin çoğu kendilerinin halkın üstünde görürlerse, en fakir karakterini bile villada oturtur tabiî. Sadece kurgular mı ? İşlenen konular
Evlilik dışı ilişkiler, sınırsız cinsel hayat, dini değerleri sosyal hayattan soyutlama, Türk aile birlikteliğini tehdit ediyor. Başkasının aşkı, mutluluğu, mutsuzluğu çatışmayla verildiği için heyecan uyandırıyor. Daha çok seyrettiriyor. Dolayısıyla televizyon yapımcıları daha çok reklam alıyorlar. Dizilerin kurmacalığı sayesinde sinema filminden farklı olarak sürekli oluşu iyi bir pazarlama tekniği olarak karşımıza çıkıyor.
Sonrası malum çok para kazanmalar.
Ve bir dizi yıkımlar ,sorumsuz kurgular ...yani mesele vicdan meselesi hassasiyet meselesi
Gerçekten bu sorumluluğu hassasiyeti senaristler yüreğinde yaşasa yavrularımızı, gelecek nesillerimizi daha iyi koruruz. Ama bu diziler sayesinde hayal güçleri yara almış küçük beyinler yetiştiriyoruz malesef. Kalın efendim sağlıcakla