Filistin’in İsrail’in ağır saldırıları altında inim inim inlediği günlerde ‘’sessiz çığlık’’ atanların kendi menfaatleri söz konusu olduğunda ‘’direnin’’ çağrısıyla birlikte yargıya meydan okuyan eylemlere girişmesi ve hakaretvari sözler, İngilizce pankartlarla ‘’çığlık’’lar atması, devamlı suretle ‘’hoşgörü’’den bahseden bir yapının çelişkili iç dünyasına ışık tutması bakımından son derece önemlidir…
Yürütülen bir soruşturmada gözaltı kararlarının sızdırılması ve sosyal medyada paylaşılmasıyla, vakit kaybetmeksizin demokrasi nutuklarının atıldığı nümayişler yapılmıştır… Bu durum sosyal medyaya yer alan bir bilgiye duyulan güvenin boyutlarını göstermektedir… Peki, bu bilgiye bu kadar itibar edilmesinin sırrı nedir, sosyal medya gibi birçok bilinmeyeni içinde barındıran bir ortamdaki bilgiye ve özellikle kimliği dahi belli olmayan bir kullanıcının paylaştıklarına sadece daha önce yazdıkları tuttu kabilinden tüm söylediklerinin doğru olduğu peşinen kabul edilebilir mi?
Ayrıca görevi halkı aydınlatmak olan bir basın kuruluşunun yaptığı haberlerin geçerli bir kaynağa dayanması gerekirken, böylesi meçhul bir kullanıcının paylaşımlarının doğruluğuna büsbütün kanaat getirmek suretiyle sürmanşet haber vermenin hangi basın ahlak kurallarıyla örtüştüğü ayrı bir yazı konusu olacak kadar geniş bir mahiyettedir…
Burada izah etmeye çalıştığımız durum, sızdırılan bilgiye duyulan güven kadar, o bilgilerin getirilmesini sağlayan kişiye de duyulan bir güven söz konusudur zira böylesi demokrasi nutuklarının atılmasına vesile olacak bir bilginin asılsız olması durumunda ‘’paranoyak’’ bir bakış açısıyla yaşadıkları algısı kendileriyle anılır hale gelecektir… Tüm bunlar dahi, oluşturdukları ‘’bilgi havuzuna’’ bilgi sağlayanların hiyerarşik yapılanmaya olan tam bağlılıklarının önemli bir göstergesidir…
Bu tür yaşanan olaylarla birlikte kendilerine izafe edilen, devlet kadrolarında yer edinme mefkûresiyle bütünleşik bir yapılanma iddiasını kesin bir dille tekzip etmeleri, son hadiselerle birlikte çok daha net görüleceği üzere inandırıcı temellerden tamamen uzaktır…
Önemli olan bir diğer husus ise, yıllar önce gerçekleşen bir konuşmanın muhteviyatıdır, işte onlardan bir kesit:
‘’Arkadaşlarımızın Mülkiye ve Adliye'deki mevcudiyeti, İslam'ın geleceği adına bu işin garantisidir yani. Bu açıdan Adliye'de, Mülkiye'de veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mecburiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. İstikbale yürümek için, sistemin püf noktalarını keşfedin. Hâlâ bu sistem devam ediyor. Bu sistem içinde arkadaşlarımız istikbale yürüyeceklerdir. Öyleyse o sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım, keşfetmeleri lazım. Aşmaları lazım. Bu da meselenin diğer bir yanıdır.
Kuvvet dengesinin olmadığı yerde kuvvete başvurmayacaksınız. Teknik- taktik yerinde sizin kalbiniz önemli. Dıştan bizi bazıları korkaklıkla itham edecekler. Fırsat bulup, hep yolunuza devam ediyorsanız, yine orada o esnekliği gösterecek, o eksantriği kullanacak, geriye çekiliyor gibi yapacak, fakat adımlarınızı daha açıp ileriye gideceksiniz. İster Mülkiye'de çalışan arkadaşlarımız olsun, ister Adliye'de çalışan arkadaşlarımız olsun herkes için söz konusudur bu.’’
‘’Sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerlere gitmek. Mutlaka bu kurala riayet edilmesi lazım. Erken vuruş diyeceğim çıkışlar yaparlarsa, dünya Cezayir'deki gibi başlarını ezer. Zayiata meydan verilmemeli. Bu açıdan bizim ister o dairede, ister diğer dairede arkadaşlarımızın korunması çok önemlidir. Çok dikkatli ve tedbirli, temkinli hareket etme mecburiyeti var. Bu hizmetin içinde bulunanlar, bu hizmete göre hizmet vermek isteyenler, her biri dünyayı idare edebilecek diplomat gibi hareket etmeli.’’
Herhangi bir yoruma gerek duymayacak kadar açık sanırım…
Selametle…