Kim ne derse desin, hangi açıklamayı yaparsa yapsın, hangi sayısal oranlardan ve büyümeden bahsederse etsin sevmiyorum şu bankaları. Ekonomik gelişme deyince bankaların karını arttırmış olmasının örnek verilmesinden, faizlerin düştüğünden, kullanılan kredi miktarının artmış olmasından bahsedilmesinden hazzetmiyorum.
Günümüz kapitalist sisteminin vazgeçilmez yapıtaşlarından biri olduğu muhakkak bankaların. Borçlanma Bankacılığı da denilen benim daha çok çarkı bozuk dediğim şeklin günümüz bankacılığına hakim olduğu bir gerçektir. Müşterisini -ki onlar mudi demeyi tercih ediyorlar- finanse etmenin ve bu arada onu borçlandırarak sermaye kazanmasına olanak tanıyan, esnekliğin ve toleransın sıfır olduğu paradan para kazanma çarkıdır bankacılık.
Katı ve sert olduğumun farkındayım, bundan da hiç rahatsız değilim. Bugün ben dahil çevremizdeki birçok kişinin bankayla işi olduğunu bilmeme rağmen bu katılığımdan memnun olmaya devam edeceğim. İnancım ve değerlerim öyle olmasını salık veriyor.
Bu topraklarda ilk bankalar hep yabancı sermaye aracılığı ile kurulmuştur. Bizim yaşam tarzımızda bankacılık sisteminin oluşmasına müsait bir zemin hiç olmadı, ta ki Batı, bize kendini cilalayıp gösterene dek. İstanbul Bankası adıyla Tanzimat’tan sonra kurulan ilk bankayı İngiliz sermayesi ile açılan Osmanlı Bankası izlemişti. Adı Osmanlı kendi İngiliz. Biz de olsa olsa, yardım sandıkları kurulurdu, sanırım bu yüzden ulusal sermaye ile kurulan ilk bankanın adı “Memleket Sandıkları”dır.
Gazetelerin ekonomik sayfalarına baktığınız zaman şunu görürsünüz; en kritik zamanlarda, kriz dönemlerinde bile bankalar zarar etmemiş, batan bankalar ticari hatalardan dolayı değil, hortumlandıkları için batmışlardır. Geçen yılın en karlı sektörü bankalar olmuştur. Yani paradan para kazanmışlardır. Borç vermiş, kredi açmış sermayelerini büyütmüşlerdir. Biz de asıl olan ticarettir. Bankaların ticareti faiz olduğuna göre, faizcilik kar etmeye devam ediyor demektir. Faizin kazandığı bir yerde kimse benden müsamaha beklemesin. Eğer ekonomi göstergeleri bankaların kazançlarına ve verdikleri faize göre düzenleniyorsa, iyiye giden bir şey yoktur.
Kimi zaman telefonumdan bankacılar arıyor. Çoğunlukla bir ürünlerini pazarlamak için görüşmek istiyorlar. En son telefon görüşmesinde, kendini tanıtan bir bayana henüz konuya girmeden “Ben ilgilenmiyorum, teşekkür ederim” dedim, kızcağız şaşırdı, “daha ne tanıtacağımızı dinlemediniz beyefendi” dese de ikna edemedi beni. Bir sonrakinde bu kadar kararlı olur muyum bilemiyorum. Cep telefonuma gelen kısa mesajlar, elektronik postamdaki iletiler, adrese gelen reklam zarfları, telefonlar; hepsi bir şekilde bankacılık sistemine daha fazla girmemizi teminden başka bir tuzak değil. Adamlar hem kısa mesaj atıyor hem parasını bizden alıyor, kredi kartını kullanıp adama müşteri oluyorsun, kart parası alıyor. İadesini istiyorsun bin bir naz ediyor. Kart alırken beş dakika, iptal edelim dedin mi, beş ay sürüyor.
Bankaların müşterilerinden aldığı onca lüzumsuz ve boşa para var ki, hangisine itiraz edeceğimizi hangisinin haklı ve hukuksal olduğunu bilemiyoruz. Nasıl bu kadar güçlüler ve nasıl bunca banka işini yürütüyor demeden alamıyor insan kendini. Çok değil 50 (elli) liralık bir alışveriş yapıyorsunuz, hemen bir mesaj geliyor; “yaptığınız elli TL’lik alışverişi üç takside bölelim, ücreti sadece şu kadar.” Bahsettiğimiz gibi binlerce işlem yapılıyor, banka hem kredi kullandırmış oluyor, hem faizi kakalamış oluyor daha da önemlisi sizi kendine taksit miktarı kadar daha bağlamış oluyor. Nitekim, bu banka işleri çarpık ilişkiler gibi çarpık.
Birilerinin “bankadan başka borç veren mi var, sen de yoksa kimse de yok” dediğini duyuyorum. Zaten biz bu halde olduğumuzdan onlar parayı elinde tutuyor ya azizim. Başka bir yazıda devam edelim o halde.