Adam ısrarla “haklı değil miyim” diye soruyordu muhatabına. Karşıda ki de ısrarla “haklısın da mevzu başka” deyip duruyordu. Bir müddet böyle devam ettiler. Biri sesini yükseltti diğeri onu bastırdı. Anlaştılar mı bilemiyorum, benim yanlarından ayrıldığımı fark etmediler bile oysaki meclise birlikte gelmiş, konuyu ben açmıştım.
Dinlemek mi, dinliyor gibi yapıp geçiştirmek mi, zaten dinlemeyip dinletmeye çalışmak mı? Hangisi diğerinden beter!
Son çağın insanı fazlaca kaygan ve gevşek bir zeminde hareket etmek zorunda. Birlikte haklı olmak yerine “ben haklıyım” inadı ağır basıyor zannımca. Bu zeminden zarar gören tarafımızdan biri de “anlaşabilme” yetimiz olsa gerek. Anlaşabilmek için anlatmak gerekiyor lakin hiç olmazsa kendi anlatılarımız kadar dinlemeyi de başarmalıyız.
Çok yakın zamanda bizi dinleyecek birilerini bulamadığımız için özel “dinleme” merkezlerine ihtiyacımız olacak. İfademi fazla mı hayalî buldunuz? Umarım hayalde kalır.
Şimdilerde dinlemek yerine, ben ne diyeceğim diye susup konuşmaya hazırlık yapıyoruz. Muhatabımızı dinleyip anlamak üzerine değil konuşup susturmak üzerine yürüyor konuşmalar. Hepimizin doğruları var ve bu doğruların hatalı olma ihtimalleri üzerine düşünecek mecalimiz yok. Mecalsiz kalışımız; haklı olduğumuzu ispat etmeye çalışırken harcadığımız emek ve çabanın aşırılığından kaynaklanıyor.
Düşüncelerimizin oluşması, bilgi ve hikmet kaynaklı olmadığından içimize sindiremediğimiz birçok durumu savunur hale geliyoruz. Bakış açımızdaki darlık, ideolojik kaygı ve çıkarlar, sorgulanmayan haber akışı, tarafı hissettiğimiz her şeyi savunmamızı mecbur bırakıyor.
Gündeme dair konuşmalarımızın tamamına yakını, dinlemeden ya da dinlermiş gibi yaparak ilerliyor. Hepimizin söyleyeceği şeyler var ve bunları bir an önce söylemek yarışındayız. İstiyoruz ki benim bildiğim “doğru” karşımdakinin de doğrusu olsun. Muhatabımızın ne dediğine ya da ne kadar dediğine bakma zahmetine katlanmıyoruz. Söyleyeceğimiz bir şeyler var ve bir an önce söyleyip hak verilmeyi bekliyoruz.
Dinlemenin gerçekleşmesi susmaya bağlı azizim. Susmanın değer ve kıymetini bizden daha iyi kim bilebilir? “İyi bilmek yetmiyor” diyeceksin şimdi, el hak doğrudur. Susmak, “kabullenmek” olarak algılanmaya başladığından beri “susturdum” duygusu keyif veriyor.
Karşılaştığımız vakıalarla birlikte zihnimizde oluşan kesin yargılarımızın doğruluğunu ispat etme çabası bizi hemen telaşa sürüklüyor. Bu telaşla, dinlemeden, dinlesek de tahlil etmeden konuşmaya başlıyor, düşüncemizi söylemenin fırsatına kavuşmuş olarak cümlelerimizi artarda sıralıyoruz.
Siyahı sevenler siyahın meziyet ve güzelliğini savunuyor, siyahı sevmeyenler sevmediğini ve bunun ne kadar haklı olduğunu iknaa gayret ediyorlar.
Dinlemek gönlünde yer açmaktır karşıdakine, şimdilerde gönül yurdu daraldı mı nedir? Yoğunlaşarak dinlemek lazım konuşanı, pür dikkat dinlemek böyle olsa gerek. Karşılıksız dinlemenin bize kaybettireceği bir şey yok. Varsın o konuşsun, onun hikâyesi ile dertlenelim, onun şarkısına eşlik edelim. Muhabbete yol açmış olmaz mı bu eda ve tavır?
“Bak, beni anlamadın!” diye başladığımız konuşmalarımız ne kadar fazla… Farkında olmadan aynı düşünceyi paylaşıyor bile olsak taraf haline gelmeye ne kadar alıştık. “Düşüncene katılıyorum” diyemiyor daha da ötesi “öyle değil” diyecek kadar bile kendimizi vererek dinlemeye tahammülü kalmıyor kimsenin.
Olaylara karşı peşinen ve önceden doğruluğuna kalben ve fikren teslim olduğumuz duruş gereği, sadece kafamızdakileri söyleme fırsatı arıyoruz. Konu başlığına bakıyor ve söze dalıyoruz. Karşımızdaki konuşuyor ve biz kendi dünyamızda ne konuşacağımızı planlıyoruz. Ne dinlediğimizden çok ne söylediğimiz önem kazandı artık.
Kendi konuşmamızın gürültüsünden kendimizi de duyamaz olduk. Oysa bir aksi seda bir yankı gelmeden konuştuğumuzu nasıl tetkik edecek nasıl tahlile geçeceğiz? Dinlemek bir yankıdır da nitekim insandan insana.