Sadece ülkemizde değil diğer pek çok dünya halklarında da galatı meşhur olmuş bir kabul veya ön yargı var. Balıkların unutkanlığına ve hafızasının sekiz saniye olduğuna dair. Elbette bu iddia, doğru bir iddia değil. Balıkların, kuşlardan ya da memelilerden daha aptal olmadığına hatta birçok noktada daha akıllı olduklarına dair birçok kanıt bulunuyor. Ancak bu önyargı veya mitsel düşünce bütün dünyada hâlâ kabul görmeye devam ediyor. "Balık hafızalı" tabiri unutkan insanlar için kullanılan bir tabir olarak yaygınlığını koruyor.
Fakat insanlık olarak öyle bir dönemden geçiyoruz ki; insanlığa balık hafızalı demek, kanaatimce balıklara ciddi anlamda hakaret oluyor. Birçok konuyu balıklardan çok daha çabuk unutuyor ve dünya üzerindeki pek çok pisliği halının altına süpürmeye ve süpürdüğümüz yerde de unutma ya da terk etmeye devam ediyoruz. Doğu Türkistan'da ve Filistin'de katliamlar, soykırımlar, organ kaçakçılığı, organ hırsızlığı devam ederken Amerika menşeli iki tane dosya bir anda dünya kamuoyuna bomba gibi düşmüştü. Ancak her iki dosyanın arkasında da bebek katili, katliamcığı, soykırımcı, siyonist Yahudiler ile doğrudan bağlantısı olduğu için çok çabuk halının altına süpürüldü. Adeta tavşana bak denilerek, dünya kamuoyunun dikkatleri başka yönlere kanalize edilerek unutturuldu. Jefrey Epstein davası ve New York Brooklyn bölgesinde bir sinagogda ortaya çıkan tüneller. Her iki dosyanın da ortak yönü, kesişim kümesi çocuk istismarı, pedofili olayı. Hatta sinagog'daki tünellerin ucu organ kaçakçılığına, organ mafyasına, bebek müzesine kadar çıktığı ifade ediliyor.
Bu kadar pislik ortaya dökülmüşken, özellikle Amerika menşeli BBC, CNN, İndependent, Euronews, Fox vb. haber kanalları yazılı veya görsel farketmeksizin tünelleri MASUMİYET ifadeleri ile kapattılar. Tünellerin ne amaçla kazıldığının bilinmediğini, pandemi döneminde ibadet veya eğitim için kazıldığını ya da sığınak amacıyla kazıldığını söyleyerek, New York polisinin betonlarla kapatmak istediği tünelleri; algı operasyonları ve üç maymunu (görmedim, duymadım, bilmiyorum) oynamak suretiyle kapatmaya çalıştılar. Kamuoyunun sessizliğide gösteriyor ki bunda da başarılı oldular. Son iki haftadır kimse ne Epstein dosyasından ne de tünellerden bahsediyor.
Şayet bu tüneller, İslam Dünyasındaki herhangi bir cami veya Kur'an Kursunun altından çıkmış olsaydı, içimizdeki simonlar dahil hâlâ yoğun bir şekilde medyada ve sosyal medyada gündemde tutuluyor olurdu. Genellemeler yapılarak tüm Müslümanlar sapık ilan edilir, sübyancılıkla suçlanırdı. Epstein dosyasında birinci sanık, Jeffrey Epstein ve suç ortağı Gislaine Maxwell ve bunların bağlantıları olan siyasetçiler, iş insanları, bankacılar, şarkıcılar, sporcular Siyonist Yahudi, Evanjelist Hristiyan ya da dereceli masonlar değil de herhangi bir Müslüman ve dindar kimliği ile ön plana çıkmış bir iş adamı, sanayici, siyasetçi veya tanınmış rol model kimseler olmuş olsaydı emin olun hâlâ dünya kamuoyunda birinci gündem olmaya devam ederdi. Dünya üzerindeki baskın, hakim medya gücü Emperyalist Siyonist Yahudilerin ve Evanjelist Hristiyanların elinde/kontrolünde olduğu için bu her iki dosyada unutturuldu. Gündemden düştü.
120. gününü geride bırakan Filistin Gazze'deki soykırım ve katliam bile sıradanlaştırıldı. Avrupa ülkelerinde Filistin lehine yapılan, yüzbinlerin katılmış olduğu gösteriler artık kendisine medyada yer bulamaz hale geldi veya getirildi. Fransa'da, sarayın kapısına gübre döken çiftçiler Dünya gündemini daha fazla meşgul etmeye başladı. Türkiye kamuoyu ise zaten uzaydaki Alper ile pavyondaki Dilber arasında yani çukurun dibi ile gökyüzünün zirvesi arasında gelgitler, savrulmalar ve kırılmalar yaşamaya devam ediyor. Türkiye'de gerek gündemi değiştirmek adına, gerekse dikkatleri dağıtmak adına 01 Ocak 2024 tarihinde, Filistin lehine yapılan İstanbul'daki dev yürüyüşün hemen akabinde başlayan Kelime-i Tevhid yazılı bayrağı taşıyan şahsa yapılan saldırı, Fatih Camii imam hatibine yapılan saldırı, kilise saldırısı, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi kerameti kendinden menkul, icazeti destinden mâmûl bir takım tarikat şey(h)lerinin saltanatvâri görüntüleri ya da muhaliflerini veya kendi tarikatının mensubu olmayan Müslümanları tekfir görüntüleri, akabinde Diyarbakırlı Ramazan hoca diye bilinen bir garibanın katledilmesi ve son olarak İzmir'de merhamet ettiği mel'un katil terörist tarafından katledilen taksici cinayeti; Türkiye gündemini değiştirmekle beraber farklı noktalardaki sinir uçlarına kaşımaya da devam ediyor. Tam bir taşla birkaç kuş vurma provokasyonu.
İki yıl önce Kanada'da kilise bahçelerinden fışkıran toplu çocuk mezarlarını unuttuğumuz gibi Yahudilerin nasıl bir insanlık belası olduğunu ortaya koyan Epstein dosyasını ve Brooklyn'deki sinagogun altındaki bazı iddialara göre çocuk müzesine çıkan ya da arınma ayinleri yapılan mikveye çıkan içerisinde kanlı yataklar, bebek pusetleri çıkarılan tünelleri de aynı hızla unutmaya mahkum edileceğiz. Çünkü bizler kendi tarihini bile unutmuş, hafızası silinmiş bir milletiz. Dünya kamuoyu ve diğer Müslüman toplumlar bizlerin uyanmasını bekliyorlar. Ancak alzheimer hastası bir insan uyansa bile nasıl ki kendisine ve çevresine faydası olmuyorsa, toplum olarak aynı sendromu yaşadığımızı ifade edebiliriz. Maalesef durum bundan ibaret.
Hatırlamak için atılacak üç adım var: Bir vahdet. İki, yerli, milli ve manevi eğitim. Üç, ekonomik ve askeri güç. Bu üç adımın üzerine inşaa edileceği temel ise adalet ve hakkaniyet olmalı. "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." diye çok isabetli bir söz var. İnsanlığın hafızası çok çabuk unutabiliyor ve bu unutmalarının cezasını daha ağır bedeller ödeyerek çekiyor. Tarih ilmi, insan hafızasının unutmaması adına, "sâdırda kalmaz satırda kalır!" anlayışının bir neticesidir. Ancak tarih, doğru yazıldığı ve doğru aktarıldığı zaman, insanlığın nisyan illetine deva olabilir. Tarih sadece algı, manipülasyon ve gerçekleri unutturma için yazılırsa; yaşanmış bir takım acılar, insanlığın zihninde sadece bir heyuladan ibaret kalır.