Kalp aynasında kendine bakmayan, gönül defterinde kendini sorgulamayan, davranışlarını hesaba çekemeyen ve bahanelerin ardına sığınmadan elinden geleni ardına bırakan "hamhalat" insanların " seviyorum" demesini komik buluyor ve basitlik sayıyorum Dağlım.
Senin bana hissettirdiklerinin karşılığı olsun diye sana yazıyor olsaydım, aramızdaki sevgiyi bir "mücadele alanına" dönüştürmüş olmanın yanında, eğer ki yarın-hangi nedenlerden olursa olsun-benden yüz çevirdiğinde tüm bu yazdıklarımı pişmanlıkla anmak, yanılmışım demek, o sevmiyorsa ben de sevmiyorum demeyi kendime anlatamam ki sana izah edeyim.
Sevmek anne değilse kimdir? Anneler ki küser, bazen bağırıp çağırır, duygu sömürüsü yapar,azarlar, hakkımı helal etmeyeceğim der; ancak gel gör ki aslında ve gerçekte tüm bunların aksi bir yerde, sevmek denilen o cennet bahçesinin kapısında durur anneler.Yemez yedirir, giymez giydirir,uyumaz uyutur.
Anne sevgisi yaşamamış, anne sevgisinin kadrini bilmemiş insanlara fazlaca merhamet, çokça sevgi göstermek gerekir Dağlım.
Anneler saçımızı okşar,merhamet kalbimize düşer.
Anayollarda, hızlı, rengarenk, demir örümceklere benzeyen taşıtların ve caddelerde, kaldırımlarda her yaştan insanların şehrin merkezine, binalarına, toplanma yerlerine, güzel ve kokulu kıyafetleri içinde ve ancak cansızca koşmaları, gözlerimi ve gönlümü yoruyor Dağlım.İşe giderken işte çalıştığımdan daha çok yoruluyorum desem yalan olmaz.
Geçen sabah, uzak şehirde bıraktığı çiftliğini ve atlarını özleyen bir arkadaşım, "Ben aradığımı buralarda bulamam; çayırlara çarpan, toprağa gömülen at nallarının özgürlüğünü bana hangi şehir, hangi türkü verebilir?" demiş, sonra da şu şiiri paylaşmıştı: "İncinir düz caddede gezen ayaklar."
Farkındayız veya değiliz ancak kesin olan şu ki bu büyük, bu beton, bu hızlı ve insan seli şehirlerde; ayaklarımız, kulaklarımız, gözlerimiz ve en çok da gönlümüz inciniyor Dağlım.
Ruhumuza dokunan içli cümleler azaldı, günü ve birbirimizi yaşamaya yetmiyor zaman.Bütün bu koşuşturmaca kendimizden kaçmamıza teşne oluyor.Kendinden kaçan insanın "bir başkasını" bulması ne kadar da zor.
Oysa toprağa, ormana ve birbirimize yakınken birbirimizden korkmadan, korku duymadan, yumuşak bir şekilde çekiniyorduk.Sadece manen ve korkunun inceliği içinde korkmaktaydık.Cins atların üstüne elinizi koyduğunuzda nasıl korkarlarsa öyle bir korkuydu bu.Elinizin teması onları tepeden tırnağa titretir nedense.
"-Beni biraz düşündüğün oluyor mu?
-Seni kimi kez düşünmediğim oluyor, arada boşluklar kalıyor, herkeste olur."
Birbirimize, derin, çok derin bir yalnızlık anımızda "aslında benim de anlatacaklarım vardı" diye hayıflanacak mıyız Dağlım?
"İnsan olarak kabullendiğimiz mirası ne kadar iyi anlarsak buna egemen olma gücümüzün o kadar fazla, özgür irademizin de o denli güçlü olacağına inanıyorum."
Hem ki senin gözlerinde yakamozlu bakışlar,gönlünde gökkuşağı var.Nasıl desem seviyorum işte.Nasıl desem "yangın gibi çiçek açmış bir gül ağacısın" sen Dağlım.