Modern denilen karma karışık hayatın ortasında kendimizi ifade edebilmek için o kadar çok söz sarf ediyoruz ki, adeta dilimiz, ağzımızın içinden başka her yerde. Kimsenin dut yemiş bülbüle dönmesi beklenmez tabi ama neredeyse “iki dinle bir söyle” sözünü yanlışlamak için yarışıyoruz. Oysa iki kulak bir dille yaratılmış olmamız gerçeği, o nasihate kulak asmamanın vebalini boynumuza asıyor. Ancak biz bunun farkına varamıyoruz.
Sahip olduğumuz dil ve kulaklar hakkında bilinçli bir şekilde düşündüğümüzde her birinin gereksiz yaratılmadığına ve yerinde kullanmamız gerektiğine şahit oluruz. Atalarımızın tecrübe ile ulaştığı “dil ederse istirahat, kalp eder rahat” tavsiyesine uyup bunu dinleme edebiyle ilave edebilmeyi başardığımızda, kalbimizin rahatını sürekli kılacağımız belli değil midir?
Mevlana Hazretleri’nin ifade ettiği gibi “söz söylemek için önce dinlemek gerekir.” Bu durum ne yaparsak yapalım, konuşmaya en yakın olan dinlemeye daha fazla vakit ayırmamız gerektiğinin altını çiziyor. Fakat neyi, kimi, niçin dinlediğimizi bilmiyoruz. Bunu bilemeyince haliyle nasıl dinlememiz gerektiğini de kestiremiyoruz.
Başım selamet bulsun diyerek dili susturmayı başardığımızı farz etsek, bu sefer de yaşadığımız koşturmaca içinde bir yerlerde, kulaklarımızın ayarını kaçırabiliyoruz. Teselli niyetine “beni dinle” diyene ayıracak vakti zor bulurken, “dinleme” diyenin kapısına kulağımızı yaslıyoruz.
Öyle anlar olur ki, teselliye veya öğüde ihtiyaç duyan bir yakınımızı yargılamadan, can kulağıyla dinleyişimiz, aramızdaki muhabbeti derinleştirdiği gibi bize dertlerimizi de unutturur.
Derdini küpe yapıp kulağımıza astığımızda, nasihat isteyen bilmeden nasihatkar olur.
İyiliğe, huzura, namaza, muhabbete çağıran ezan sesi, Kur’an okumaları, sohbetin feyizli ortamlarının her biri de kendi lisanınca ruhumuza fısıltı ile “Beni biraz dinler misin?” der. Bu fısıltıya icabet, dinlemenin erdemidir. Kalbimize şifa verir, ruhumuza irfan katar.
Bu dinlemelerden umulan muradı elde etmek ise, dinlemenin edebine uymaktan geçer.
Ama şimdi durum nedir ?
Sohbetin en güzel yerinde hatta bir köşesinde oturup dinler görünürken iç alemimizin çarşıda, pazarda dolaşması, bir yerde ezan sesi işitildiğinde ve Kur’an okunduğunda alelade konuşmalara devam etmek, dinlemek değil duymaktır. Bu da dinlemelerimizin ruh hali fotoğrafı....
Nasıl olur bilemiyoruz, kestiremiyoruz hali perişanımızı.
Bu hallerden kaygı duymayışımıza dair mazeretlerimiz, her azamızın şahitliğe duracağı o günde bir işe yarar mı bilemiyoruz.
Sonumuz Hayır olsun canlar
Kalın efendim sağlıcakla ....