Modern kültürde, yaşam ve ölüm olguları birbirini dışlayan iki unsur olarak görülür. Ölüm bir korku nesnesi, bir tabu, konuşulamayan bir öcüdür. Ölümü yok sayma hokkabazlığı, ölüme karşı bir ikiyüzlülük, nihayetinde de bir ölümsüzlük arayışı vardır. İnsan hiç ölmeyecekmiş gibi düşündürülerek, sonsuz isteklerinin emrine sokulur ve tüketim girdabına itilir. Çünkü tüketim, ekonominin en temel göstergesidir. ( Bu tüketim meselesi ayrı bir yazı konusu olduğundan hızlı geçiyoruz.)
Kulağımıza şöyle fısıldarlar modern batı; ölüm bizim için değildir, ötekiler ölür. Fakirler ölür, ihtiyarlar ölür, ezikler ölür. Zenginler ölmez, gençler ölmez, ölüm bizim için normal değildir. Eğer ölüm hasbel kader bize kadar geldiyse bir hesap hatası, bir yanlışlık sonucu, kazara gelmiştir. Ve/veya erken gelmiştir. Sanki biz ölümlü değildik de, bir yerde bir hata oldu gibi algılattırma hokkabazlığı işte budur.
Buraya kadar olanı işin ferdi kısmı. Bir de toplumsal planı vardır bu hokkabazlığın. Toplumsal plana göre de; ölüm bize göre değildir. Geri kalmış toplumlara özgüdür ölüm, Orta doğulular ölür, Afrika halkları ölür, Müslümanlar ölür. Ana fikir şudur; Eğer birisi ölecekse onlar ölsün. Ölüm onlara daha çok yakışır.
Eğer imkân varsa biz ölmeyelim. İllaki öleceksek de mümkün olduğu kadar geç ölelim ve mümkün olduğunca az ölelim. Ölüm bir yerden başlayacaksa işini yapmaya, önce ötekilerden başlasın.
Bizim medeniyetimizde ise ölüm olgusu karşısında samimi ve dürüst bir tavır vardır. Öyle hokkabazlık, kıvırtma, çalım atma çabası görülmez. Ölmeden önce ölmek vardır bizde, ölüme her an hazır olmak vardır. Yaradılış ve ölüm konularında kaderle ağırbaşlı bir uzlaşımız vardır bizim. Beyefendice, erkekçe, dürüstçe kabulleniriz ölümü.
Modern toplumda sahtekârca, ötekilerin sorunu olarak telakki edilen ölüm, bizim kültürümüzde gayet mantıklı olarak kendimize aittir ve hayatımızın merkezindedir. Ölüm yaşamın zıddı değil, bilakis bir parçasıdır. Tam da bu nedenle kadim medeniyetimizde mezarlıklar, hayatın içinde, burnumuzun dibinde, çarşıların yanında yer alır.
Oysa günümüzde hangi uzak kenarlara itildi kentlerimizin mezarlıkları. Ya da kaç kilometre dışarıya. Yer olmadığından mı acaba, yoksa yaşantımızdan ölüm ait ne varsa kovmak için mi?
Ölüm, hayatın en temel gerçeği olmasına rağmen batı kültüründe ölümle ilgili ikiyüzlülük her alanda hâkimdir.
Bu gafletin en önemli nedeni insanların dinden uzaklaşmasıdır. Sekülerleşmesidir. İşte bu nedenlerle aşağıdaki gibi saçma geyikleri çok sıklıkla duyar olduk gündelik hayatta;
Her ölüm erkendir.
O ölmedi kalbimizde yaşıyor.
Ölüm ona hiç yakışmadı.
Daha gencecik bir fidandı.
Pisipisine gitti. vs.
Türkçesi şu; ölüm var olmasına var maalesef. Henüz ölümsüzlüğe çare bulamadık. Fakat bizim mahalleye uğramasın. Bizim eve girmesin. Kışt! Kışt! ötekilere git, beni alma onu al.
Mümkün olsa ölüm yoktur dedirtecekler bize de. Mümkün olmayınca da bu tür cambazlıklar çıkartıyorlar ortaya. Örtülü reddetme. Ölüm ona hiç yakışmamışmış. Ne demek şimdi bu. Saçmalığın dikalası. Neden yakışmamışmış. Ona yakışmayacak, buna yakışmayacak, peki kime yakışacak bu ölüm? Her nefis ölümü tadacaktır. Yakışsa da, Yakışmasa da.