Ben Yârime Gül Demem Gülün Ömrü Kısa Olur

Ömer Tokgöz

Bu yıl Bahar mı? uzun sürdü yaz mı? gelmedi bilemedim, neredeyse 1 aydır sürekli 5 vakit yağmur yağıyor, bereketi ile geliyor, çayır çimen ortalık yeşillendi, baharın simgesi güller ise rengarenk açtılar, yüreğimize ve gözümüze ferahlık serptiler, hoş kokuları ile adeta sizi bilemem ama ben aromatik bir sarhoşluk ve kendinden geçme halini an be an gülleri yakın çekim fotoğraflarken ve çekerken özellikle yaşadım.

Üşenmedim google'de araştırma yaptım. Yeryüzünde 18 Bin gül çeşidi var imiş, bu 18 bin ayyrı koku Demektir. İki yüksek lisans tezi ve bir doktora tezine göz attım, özel karelerden seçtiğim 80 kare ile birlikte gül nedir, neye derler, kültürümüzde ki yeri nedir araştırdım. Çekimler için özel zaman ayırdım, yağmur altında durdum ve kareler için de gül başında farklı günlerde nöbet tuttum.

Gül, kışın yapraklarını döken, dikenli, beyaz, sarı, pembe veya kırmızı çiçekli ve çalı görünümünde bir bitkidir. Türkiye’de 25 kadar yabani gül türü yetişmekte olup birçok çeşidi bahçelerde süs bitkisi olarak bulunmaktadır. Şam gülü (Rosa Damascena) yağ gülü veya Isparta gülü de denilen pembe renkli gül cinsi Isparta ve çevresinde gül yağı elde etmek için yetiştirilir.

Kâmûs-ı Türkî’de gül, “Marûf çiçek ki, küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliğiyle meşhûr ve beyne’ş-şuarâ bülbülün dil-dâdesi olmagla mütevâtirdir. Pek çok envâı vardır: Al, pembe, sarı, katmerli gül; gül-i zîbâ, gül-i sad-berg; yabanî gül, hokka (veyâ okka) güli: tatlısı yapılan cinsi” şeklinde tanımlanmıştır. Arapçadaki “verd” kelimesi gülün karşılığıdır. ifadesi ise Farsça kökenli olup gül çiçeği, gül ağacı anlamındadır. Türkçede kullanılan “gül” dillerinde gülün karşılığı olan “rose”nin bütün Avrupa orijinal ismi Latince “rosa”dan gelmektedir. Modern Avrupa dillerinin hepsi bu ismin değişik şekillerini taşımaktadır.

Gül çiçeklerinden gül yağı, gül suyu, gül reçeli, gül lokumu, gül şerbeti, gül sirkesi, gül rakısı ve gül likörünün yanı sıra kozmetik ve temizlik ürünleri ile gül yaprakları kurutularak gül çayı elde edilir. Gül suyu ise güllaç, sütlaç, muhallebi, gülbeşeker, zerde, hoşaf gibi geleneksel tatlılarda tat ve koku vermek için kullanılmaktadır Ayrıca gül fidanlarından düzgün, uzun, ince ve bir senelik sürgünler şemsiye sapı, baston vesaire için kullanılır. (T.C. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Osmanlı Toplumunda Gül Kültürü ve Gülcülük Sanayinin Gelişmesi, Isparta Örneği Y.L.tezi. R. Rüveyda Okumuş, 2015)

Baharın simgesi Gül, Türk-İslam tasavvufuna göre “bilginin, gönülde meydana gelen meyvesi”dir. Aslında, her şey bir enformasyondur. Yaşamın kendisi de bir enformasyon yani “bilgi” dir. Dolayısıyla biz yaşamla, yaşantılarımız üzerinden konuşuruz. Adına yaşam dediğimiz bu enformasyon ağı; bize bir şeyler anlatır, bu her şey üzerinden olabilir (meslek, dil, vs.) çünkü yaşamdaki herşey bir enformasyondur. İnsan, beş duyu organıyla sınırlı şekilde aldığı bu “bilgi”yi toplar ve zihninde bir anlam verir. İşte merkezi sinir sisteminin, zihin üzerinden yaptığı “seçimler bütünü” bizim yaşantılarımızı ve bunun neticesinde de yaşamımızı oluşturur. İnsan zihni, bilgi ile işleyen sinir sisteminin yaptığı seçimler sonucunda oluşan bir bilgi işleme mekanizmasının ürünü olarak yaptığı seçim ya da seçimlerin toplamıdır. (Türk Kültüründe Gül'ün Simgesel Anlamları, Zeynep Alsancak, İstanbul Üniversitesi, Yüksek Lisans tezi, İstanbul 2017).

Bilinç, en genel anlamıyla, seçim yapabilme (idrak) yeteneğidir. Bilinç, ne kadar Batı’ya doğru gidilerek tanımlanırsa o kadar çok “us”la, yani “beyin”le ilişkilendirilirken, Doğu’ya doğru gidildikçe, o kadar çok “kalp”le tanımlanır. Kalp, hayat sularını dolaştıran en hayati organdır ama ayrıca bilincin yeri olarak düşünüldüğünde o, artık gönüldür. İşte bu yüzden “gönül” ün, Batı dillerinde karşılığını bulmakta çok zorluk çekilir. Türk kültürü ise her ikisini de içerdiği için ayrıcalıklıdır. Türkçe, hem “bilinç” hem “gönül” gibi iki ayrı ve çok yetkin sözcüğe sahiptir. “Gönül” ü ifade eden yegâne simge de, her zaman “gül” dür.

Gülgiller, Rosales takımından üç bin kadar ağaç, çalı ve çokyıllık otsu bitki türünü kapsayan ailedir. Rosales, iki çenekliler sınıfından kapalı tohumluların embriyonunda bir çift çim yaprağı ya da çenek bulunan bitkileri içeren sınıfıdır. Gül, gülhatmi, manolya, sardunya gibi pek çok süs bitkisi, çalısı ve ağacı bu sınıfta yer alır. Gülgiller (Rosaceae) ailesi, takımının türlerinin yaklaşık yüzde kırk beşini kapsar. Uzun bir zaman dilimi içinde, birçok coğrafyada yapılan çoğaltım ve melezleştirme sonucunda günümüzde dünyadaki gül çeşidi sayısı on sekiz bine ulaşmıştır.

Bunlar da yüz yirmi-yüz elli arasındaki “Rosa” türünün, yedi-sekiz adet melezinden üretilmiştir. Botanik bilimciler, yüz elli çeşit “rosa” türünü tanımlamış ve bütün gülleri bu gruplara yerleştirmişlerdir. Dolayısıyla tanıdığımız her gül, bu soyların çeşitli fertleridir. Güller çok yıllık, dikenli, çalı ya da tırmanıcı bitkilerdir. Beyaz, pembe, kırmızı ve sarı en çok görülen gül renkleridir. Genellikle ilkbaharda çiçek açar. Ekserisi yaprak döken çalılar halindedir. Dala dikenleriyle tutunan filizler verirler.

Rosa damascena yani Şam gülünün yerli adları arasında en çok bilinenler: Gül-i Muhammedi, İyi gül, Peygamber gülü, Verd-i guri (mezarlık gülü), Kırmızı gül, Misk gülü, Bağ gülü, Verd-i Muhammedi’dir. Bu türün kurutulmuş tomurcukları İran’da “Muhammediye Gülü” olarak bilinir. Şüphesiz bu isimlendirmeden de anlaşılacağı gibi Rosa damascena, diğer güller arasında daha özel bir yere sahiptir. Osmanlı’da kullanılan kokulu gül de bu güldür. Günümüzde ise en çok Türkiye’de (Isparta, Burdur, Afyonkarahisar) ve Bulgaristan’da (Kazanlık, Plovdiv, Karlova) yetiştirilmekte; elde edilen gül ürünleri bu ülkelerden tüm dünyaya pazarlanmaktadır.

Elde bulunan kaynaklardan derlenen bilgilere göre Osmanlı döneminde 25 kadar süs gülü çeşidi (Acem, Beyaz, Çardak, Frenk, Hafız, Kan, Kayısı, Kırmızı, Mayıs, Mısır, Misk, Muska, Nasır, Rana, Sadberk, Sakız, Sarı, Tarçın, Van, Yediveren, Ziba ve diğerleri) yetiştiriliyordu. Toplanan verilere göre Anadolu’da çeşitlendirilebilen güller ise çok genel olarak; Ahmediyye Gülü; Rosa beggeriana, Anadolu Gülü; Rosa iberica, Beyaz Gül; Rosa x alba, Çay Gülü; Rosa x odorata, Fındık Gülü; Rosa x alba L' dır.

Gül, çeşitli vasıflarıyla daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul edildiğinden şairlerin ilham kaynağı, çiçeklerin de sultanıdır. Bu husus “şeh-i ezhâr, sultân-ı gül, hüsrev-i gül, dâver-i ezhâr” gibi sözlerle ifade edilir. Divan edebiyatında en çok sözü edilen kırmızı güldür. Zaman zaman beyaz gülden ve âşığın yüzünü hatırlatması bakımından sarı gülden de bahsedilir. Bunların dışında “gül-i sad-berk” (yüz yapraklı gül, katmerli bir çeşit iri gül), “gül-i ter” (taze, taravetli gül), “gül-i ra‘nâ” (içi kırmızı, dışı sarı gül), “gül-i sûrî” (gül yağı çıkarılan Edirne gülü) ifadelerine de sıkça rastlanmaktadır. “Yakayım hicr oduna gül tenimi kül edeyim / Ol nihâl-i gül-i ra‘nâya gerek hâkister” (Necâtî Bey) beytinde geçen gül-i ra‘nâ tamlaması “güzel, şuh, iki yüzlü, hafifmeşrep” anlamlarında kullanılmıştır. Eskiden serviye sarmaşık veya yediveren gülü aşılanır ve bu güller serviyi görünmeyecek şekilde sarardı. Buna “peyvend”, böyle güllere de “serv-i gül-endâm, serv-i gül-fürûş, serv-i semen” adları verilirdi.

Baharın bir adının “gül mevsimi” oluşu güle verilen önemden kaynaklanmaktadır. Güller bu mevsimde açtığından bahar için “vakt-i gül, mevsim-i gül, devr-i gül” ifadeleri de kullanılır. “Gülzar, gülşen, gülistan” gülün bulunduğu mahallerin adıdır. Gül seher vakti sabâ yelinin esmesiyle açılır. Gül açılması baharın geldiğini haber verdiği için bir neşe ve sevinç kaynağı olduğu gibi işret meclislerinin kurulma zamanını da gösterir.

Gül rengi, şekli ve kokusu bakımından da çeşitli benzetmelere konu teşkil etmiştir. Bunların başında onun her yönüyle Hz. Peygamber’e benzetilişi gelmektedir. Yûnus Emre’nin, “Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir” mısraında ifade ettiği gibi gülün kokusunu Resûl-i Ekrem’in terinden aldığına inanılır. Halk arasında, “Gül koklamak sevaptır” sözü de daha çok bu çiçeğin Hz. Peygamber’in sembolü olmasından kaynaklanmaktadır. Gül koklandığında, gül yağı veya gül suyu ikram edildiğinde salâtü selâm getirilmesi, bu inanışın müslümanlar arasında köklü bir geleneğe sahip olduğunu gösterir. Mevlid törenlerinde gül suyu serpmek, bunun için yapılmış sanat eseri niteliği taşıyan gülâbdanların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Tasavvufî sembolizmde gül ilâhî güzelliği ifade ettiği gibi Allah’ın mahbûbu Hz. Muhammed’i de temsil eder. (Türk Edebiyatında Gül ve Bülbül Mesnevileri, Gencay Zavutçu, Doktora Tezi, Erzurum 1997)

Öte yandan tasavvufta servi vahdeti, gül de kesreti temsil ettiği için “serv-i gül endâm” gibi sözlerle kesret altında gizlenen vahdet anlatılmak istenmiştir. Bütün klasik Doğu edebiyatlarında olduğu gibi divan edebiyatında da gül bülbülle birlikte âşığı ve sevgiliyi temsil eder. (https://islamansiklopedisi.org.tr/gul)

Tasavvufî sembolizmde gonca halindeki gülün vahdeti, açılmış gülün kesreti ifade etmesine karşılık gülşen gönül açıklığını yahut kirinden, pasından temizlenerek ilâhî güzelliğin yansımasına hazır hale gelmiş kalbi ifade eder. Rivayete göre Hz. Ali son nefesini vermeden önce Selmân-ı Fârisî’den bir deste gül istemiş ve getirilen bu gülleri kokladıktan sonra ruhunu Hakk’a teslim etmiştir. Bundan dolayı Bektaşîlik’te gül önemli bir semboldür.

Bir Kerkük Türküsü ise Beyaz Gül, Kırmızı Gül adını taşır. Birçok şarkı, şiir, manide gül kullanılırken kız isimlerinde de gül ve gül ile birleşik ad konulur. Gül, bahar gibi ömrün kısalığıyla hayatın geçiciliğini de ifade etmektedir. “Ben yârime gül demem / Gülün ömrü az olur” mısraları bu anlayışın halk şiirine yansımış şeklidir.

Gülüm var bucak bucak, Bedia Akartürk