Uzunca susmalar biriktirdim senin için. İçli ve masum, yalnız ve yarım cümleler sakladım kitapların arasında. Tek başına kelimeler ve soru işaretleri… Susmak, konuşmamak değildir ve belki haykırışların en kuvvetlisidir bilirsin. Sükût makamında şairler mukimdir, ben de böyle sukut etsem duyulur mu dersin?
Birlikte susabildiği yarenler gerek insana. Konuşmaya değil susmaya, beraberce susabilmeye gelen yoldaşların olmalı. Yanına geldiğinde yan yana, sessizce, aynı yöne bakıp aynı acıyı hissedebilecek birileri yaşamalı etrafında. Yeterince susmalısın, bir sen dinlemelisin bir o sonra mutmain bir kalp bırakarak, sohbetin tadı damağında Allah’a ısmarlayabilmeli seni. Bilirim Paşam ben sustum çokça ve sen dinledin hep ben sustukça.
Eylül olsun, tatlı bir sonbahar sabahı. Kimsenin bilmediği uzak bir kır kahvesinde masamıza gelen iki sade kahvenin sadeliği üzerine ve kekremsi tatları neden bu kadar sevdiğim üzerine susayım. Hazan mevsiminin neden hicranı anımsattığını anlatayım ve sen parmaklarını fincandan sakınırken dinlemiş ol tüm söylediklerimi. Bir yaprak daha dökülsün masamızın üzerine, hüzünlerimiz dökülsün, çocukça gülelim saçlarıma düşen o son yaprak için. Oysa ben şimdi kahveyi sade sevmiyorum biliyor musun ve o kır kahvesine ne zamandır gitmiyorum.
Masamıza konan minik serçenin elimden simit kırıntılarını yediğini ve neden hiç ürkmediğini susarak anlatayım. Haminnem pek severdi penceresine konan serçeleri. Sahi haminnemden bahsetmiş miydim sana, beni nasıl sevdiğini ve onun gibi ancak babamın bakabildiğini söylemiş miydim? Sen, benim gözlerime bakınca dalar giderdin ve ben susardım. Ne çok anlattın ne çok şey söyledin ama hiçbiri gözlerin kadar güzel diyememişti.
Sevdalar üzerine susayım. Mecnunu, Ferhat’ı, Kerem’i yâd edelim. Dağlara bakayım, sen Şirin dersin. Kumlarda yürüsem günlerce Leyla olursun, ateşler içinde kül olsam Aslı gibi yanar mısın? Yarım kalan öykülerimi bir türlü mutlu sonla bitiremediğim için öylece bıraktığımı sükût ederek anlatayım lakin hayıflanma sakın.
Öyle ya! Susarak da anlatabilmeliyim bu şehrin çıkmaz sokaklarını. Duyduğum iniltilerin, ah çeken kimsesizlerin, dert sahibi evsizlerin içimde açtığı onulmaz yaraları söze dökmek imkânı yoksa susup kalmaktan başka ne kalır bana? Yokluğu sadece kendinde sananlar yok olup gitmeyi göze almış kaç adam tanıdılar?
Ben susayım, bir çocuk gibi susayım. Çocuğum, masum hayallerim var, gökyüzünde uçan uçurtmalarım var, senin elinden tutup koşacağım kaldırımlar var. Hayallerimi çizeyim sana. Karanlık dünyamı değil, dile dökemediğim kötülükler olmadan gökkuşakları çizeyim. Saf ve temiz yarınlarım olmalı. Yağmurda yürümeyi severim bilirsin ve kardan adam yapmayı. Kardan adamlar hep susar ve hiçbir çocuğa hiç zarar vermezler. Bu yaşımda dinle beni, büyüyünce fenalaşan adamların eline düşürme. Bir ben bir sen bir de kardan adam olsun bahçemizde.
Geçici bir dünyada sayılı günlerin nasıl da sayılamayıp bittiğini anlatsam… Dönüp bakınca yarım kalmış şiirleri, söylenmemiş şarkıları terennüm etsem susarak, dinler misin? Bizden bahsedeyim, baharlardan misal. Bahçemize yapacağımız kardan adamın yerini Nisan ayında hazır edelim. Hepsi için susayım sen dinle Paşam.
Susayım, eksik yanlarım için. Hatalarımın yanlışlarımın ne kadar da çok olduğunun farkındayım. Bir nedamet, bir af dileği olsun susmalarım.