El değdirmediğimiz bir “ben” taşıyoruz heybemizde. Ne söz söyletiyor ne toz konduruyoruz. Büyütüp besliyoruz üstelik parlatıyoruz en parlak cilayı çekip. Küçük dağların ayaklarımız altında ezilmesi ne okşuyor ruhumuzu. Sözümüzün üstüne söz kondurmuyor, şahsımıza yapılan hiçbir hareketi hoş görmüyoruz. İkazda bulunmak, öte git demek ne haddimize… Yok kibirli olduğunuzdan filan söylemiyorum aman.
Reklamı olmasından en çok mutlu olduğumuz ve hazzın doruğuna çıktığımız şey: ben. Tek doğrusu kendimiz olan “ben” var artık ekranda. Konuşmayı çok iyi bildiğimiz gibi susturmayı da çok iyi beceriyoruz ve hatta konuşmak değil konuşturmamak üzerine kuruyoruz tüm ifade şeklimizi.
Doğrunun ısrarla kendimizde ve kendimizle olduğunu vehmederek ve zannederek, kimi zaman bağırıp çağırarak, sesimizi yükselterek, alay ederek, küçümseyerek bazen dinlemeyerek kendi dokunulmaz benliğimizi yüceltmeye devam ediyoruz. Kavgaya sebep ne ola ki? Benlik davası mı?
Celaleddin-i Rumi “Ben beni bırakayım sen seni” demiş. Benliğimi, kibrimi, böbürlenmemi, “benim” demeyi bırakmadan, senin de bunları bıraktığına inanmadan bir şeyleri konuşmamız zor görünüyor azizim. Konuşuruz konuşmasına da nihayetinde maksat hasıl olur mu acaba? maksat doğrunun peşinde olmak değil de benim dediğimi kabul et, senin ki zaten hepten yanlış cümlesini teyitse bu ne anlaşmadır ne konuşma.
İdeolojik saplantılarımızın, ön kabullerimizin peşin hükümlerimizin kıskacından kurtulamadığımız sürece meseleler daha da büyüyüp labirent haline geliyor. Hakikatin peşinde koşmak isteyen insanoğlu kendi hakikatlerinin sanal görüntüsüne inanmaya başladığı andan itibaren benliğini daha da parlatmış oluyor.
Korktuğum odur ki yeni nesil “ben” dağının doruklarında olmaktan zevk alır hale gelecek. Şimdilerde onlara ebeveynleri dahil kimse ses edemiyor. Özgürlüğü sınırsızlık olarak tanımladılar bile çoktan. Geri adım atmayı, hatasını kabul edebilmeyi, özür dilemeyi, hoş görüp affetmeyi eziklik, eksiklik olarak gördükleri gibi bu tür duyguları lüzumsuz da görmeye başladılar. Bu iddiamın doğru ya da yanlış olduğunu ispat için sosyolojik ve psikolojik bir anket yapmış ve sayısal verilere dayanmış değilim. Tam da şu an da içinizden geçen “yok canım o kadar da değil” cümlesinden çıkarıyorum bunları.
Günümüz insanı özgüven duygusu ile bencillik duygusunu karıştırmış olmasın! Çocuğun her yaptığına alkış yapan, çocuğun hiçbir hatasını görmeyen ve tam tersine yüreklendiren, benim çocuğumsa doğru odur diyen, dokunulmaz bir fanus içinde çocuğu büyüten bir yaklaşım “ben mi sen mi” savaşının sürgit devam ettiği çağımızda kime fayda sağlayacaktır?
Hakikat bir cevher olsa gerek. İşlenmesi, parlatılması ve peşinde koşulması kendinde olan kıymeti ele verecektir. Diğer türlüsü onu öteleyecek bireysel doğruların peşine düşülecektir. Kaldı ki kişinin inançları, değerleri, yargıları elbet kendince bir kıymet taşır ve kişinin böyle inanıp yaşaması ters karşılanmaz. Mesele şu ki kibrin ve bencilliğin sen-ben savaşını körüklemesin.