Her gün olduğu gibi bugünde evimde yapa yalnızım. Eski ahşap koltuğuma oturmuş televizyon izliyorum. Sevdiğim bir sanatçının dudaklarından; “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım.” nağmeleri dökülüyor. Şarkıyı dinledikçe gönül coğrafyamda fırtınaların estiğini hissediyorum. Şarkıların ardı arkası kesilmiyor. Ancak aklım hala o ilk dinlediğim şarkıda ve beni eski yıllara götüren o şarkının nağmelerinde; “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım.”Zaman epeyce ilerliyor. Ekranın karşısından ayrıldığım halde, hala o şarkının sözleri zihnimi meşgul etmeye devam ediyor. Gecenin bir vaktine kadar o sözleri kendi kendime mırıldanıp duruyorum. Ah! Şu divane gönlüm yok mu? Yıllar önce yaşadıklarını bir türlü unutmadı, unutamadı diyorum içimden. Kâbus dolu rüyalarımın ve uykusuz gecelerimin sebebi, çileli gönlümmüş meğer. Geçte olsa anlıyorum beynimde iki de bir tekrar eden zonklamanın nedenini. Yalnızlığımın her anında depreşen hüznümün adını koydum artık. Her fırsatta içimi saran ve gönül yarama tuz basan acılar onsuzluğa aitmiş meğer. Divane gönlüm çile yumağına dolanmış, onun gelip kurtarmasını bekliyor. Ona yapma gönlüm, gel vazgeç bu sevdadan diye yalvarıyorum ama beni dinlemiyor.
Biliyorum; olan oldu, geçen geçti, biten bitti. Yaşadığım güzel olan ve olmayan ne varsa ardımda bıraktım. Ne zamanı geri getirmek, ne de o günleri yeniden yaşamak mümkün. Pişmanlıklar ruhumu rehin almış ve gözyaşlarım hiç kurumamış kime ne. Gönlümdeki özlem iliklerime dek işlemiş ama kimin umurunda? Kızgınlığım habersizce geçip giden yıllara değil elbette. Yıllar vaktin sahibinin buyruğuna uyup devrini tamamlamış, görevini yapmış. Kızgınlığım yalnızca kendime ve birde bana veda etmeyi çok gören sevgiliye. Şimdi uzun solukla yamacına tırmanıp zirvesine ulaştığım pişmanlık dağındayım. Bir elimde” keşke”ler, öbür elimde; “vah”lar var. Ne feryat etmek, ne de gözyaşı dökmek boşuna. Eskilerde olup biten ne varsa, bugün kıymetsiz ve kifayetsiz. Yaptıklarım benden hesap sorarken, ben yapamadıklarıma takılıp kalmışım besbelli. Ne garip, ne tuhaf değil mi? O’nun nerede olduğunu, ne yiyip içtiğini, nasıl yaşadığını bilmiyorum. Gönlüme yuvalanmış küçük bir ümit kırıntısı, hep vuslat diye haykırıyor beynimde. Dediğim gibi gönlüme söz geçiremiyorum bir türlü. O hala yaşanılan güzelim yılların peşinde. İnsan umudu olmadan gecenin karanlığına nasıl direnir? Kendisiyle nasıl başa çıkar. O azıcık ümit kırıntısı da olmasa nasıl yaşanır? Belki diyorum, rüzgârın kulağına Cemal Süreyya’nın sözüyle; “Bir isteğim var sadece senden; onun kokusunu al getir, onun saçlarını al getir, hatta mümkünse onu al getir bana rüzgâr.” Diye seslensem duyar mı beni? Onu alıp getirir mi bana? Kim bilir sesimi duyar belki de çıkıp gelir günün birinde. Olmaz ama ya olursa, ya gelirse.
Bir beden de bir can, birde canan yaşar derler. Canan yok ise can huzur bulabilir mi? Canansız her şeyin yarım, her şeyin eksik değil mi? Cevabı bellidir bu soruların. Hep bir tarafın kar kış iken, diğer tarafında hüzün mevsimi hüküm sürer. Gönlün feryadına hissiz değilim. Ancak; “o güzelim yıllar” a geri dönmenin imkânsız olduğunu o da öğrendi artık. Arzuladığı tek bir şey var o da canana(sevgiliye) kavuşmak; tam olmak, tamam olmak. Yine gecenin bir yarısında o şarkıyı mırıldanıyorum. Biliyorum ben geçsem de gönül geçmeyecek, kapatmayacak bu defteri.
Sevenlerin kavuşması dileğiyle,