Ben bir ‘hiç’im!” : Hiç Olmaktan Mutlu Olmayı Başarmak

Prof. Dr. Hülya Küçük

Kendimizi bazen bir “hiç” olarak görür, başarısız ve ilerlemekten mahrum görür üzülürüz. Oysa insanın maddî ve manevî olmak üzere iki yönü vardır ve her gün, hatta her an, bu ikisinden birisinde ilerleme yaşıyordur veya yaşayabilir ama insan manevî yönü üzerinde düşünmeyi ve muhâsebede bulunmayı “zâid/gereksiz” gördüğünden içindeki ilerlemelere bakmamakta veya farketmemektedir.  Çünkü kendisi bu görülebilir âlem içindeki ilerleme ve gelişmelere çevirmiştir yüzünü. Meselâ bir öğretmeni ele alalım: Kendisi sıradan bir öğretmen olarak yerinde sayarken bir gün bir de bakıyor ki eski bir arkadaşı müfettiş olarak çıkageldi kendisini kontrole. Üstelik kibirli ve “Bu ne? Neden bu böyle? Bir dahaki gelişime görmiyim bunları!” diye etrafındakileri azarlar ve tahkir eder bir halde konuşurken onlara “küçük şeyler peşinde koşan küçük insanlar” olarak gördüğünü bakış ve tavırlarıyla iyice belli ederken…. Sıradan öğretmenin üzüntüsü ve bu olayın etkisinden kurtulması günler, aylar, hatta yıllar boyu sürer. Aslında hiç de gerek yok buna: Arkadaşı maddî âlemde belki bir yere yükselmiştir ama manevî âlemde gerilemiş, ahlakı bozulmuş, kibirli bir insandan başka bir şey olmamıştır. Yani bu anlamda bir hiçtir o. 

 

Çünkü Kur'ân-ı Kerîm’e göre Allah, mü’minlerden can ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır (bkz. Tevbe 9/111). Bir şeyi satmak için, ona karşı isteğini yitirmiş olmak gerekir. Öyleyse, bir kimseye “mü’min”  denebilmesi için, canına olduğu kadar malına ve makamına karşı da “gönülsüz (bî-dil) ve arzusuz” olması gerekir. Allah, kâinattaki her şeyi bizim ihtiyaçlarımız için yaratmıştır. Ama onlar bizim değildir. İnsan kendisinin bile sahibi değilken başka şeyin sahibi hiç olamaz.

   Sûfîler hiçbir şeye “benim” demezler, Hattâ sûfîyi de “hiçbir şeye mâlik/sahip olmayan, hiçbir şeyin de ona mâlik olmadığı” veya “canını heder, malını mübah gören” kimse diye tarif ederlerdi. Mutlak Varlık olan Allah dışındaki bütün varlıklar, bir vehimdir, hayaldir ve aldanmadır. Bu sebeple dünya “dâru’l-ğurur/aldanma dünyası”dır. Dünya, kısa bir ömürde güzel ameller toplama yeri olarak görülmediği takdirde aldanma yeri olur. Bunu görebilenler azdır. Bazı sûfîler, elbisesini yıkamaya vakit ayırmayı bile vakti boşa harcamak olarak görüp mümkün mertebe, elbiselerini iyice kirlenmeden yıkamazlardı. Onlar için tek hakîkat, ölümün çok yakın olduğudur. Nitekim sûfî Ebu Hazım’a karısı: “Önümüz kış, yiyecek, giyecek tedârik edilecek, odun toplanacak” dediği zaman, o: “Önümüz ölüm; dirilinecek, Allah’ın huzurunda toplanılacak, günah/sevap defterlerinin verilmesi beklenecek, hesap verilecek, cennet veya cehenneme gidilecek…” demişti.

            İnsan O’nun azameti karşısında kendisinde bir varlık görmediği ve kendisini “hiç” kabul ettiği zaman aslında “kendisini gerçekleştirmiş” olur. Şu anekdotta da olduğu gibi: Ebu Said Ebu’l-Hayr’ı (v. 440/1049) küçük görmek isteyen kendini bilmez bir âlim: “Bir ölçek darının içinde olsa olsa bir darıdır Ebu Said! Gerisi benim!” der. Bu söz Ebu Said’e ulaşınca şöyle der: “Söyleyin ona, o bir darı tanesi de odur. Ben bir ‘hiç’im!”