Acılar, sıkıntılar, dertler, belalar, insanı olgunlaştıran en değerli mücevherlerdir. Hayatında hiç acı çekmemiş olanlar, başkalarının başına sadece belâ olurlar.
İnsan yoksulluğu yaşamışsa diğer yoksulları, hastalıklarla boğuşmuşsa diğer hastaları, borca batmışsa diğer borçluları, trafik kazası geçirmişse diğer kazazedeleri, âşık olmuşsa aşkın nasıl bir duygu olduğunu ve diğer âşıkları daha iyi anlar. Çünkü kendini onların yerine koymasına yardımcı olacak deneyimleriyle birlikte, duygusal hazırlıkları da teşekkül etmiş demektir. Bütün bu ve benzeri acı deneyimleri hiç yaşamamış birinden ne beklenebilir? Fantastik kulelerde yaşıyordur hayatı…
Belalar tıpkı ağrılar gibidir. Yani sinyaldir. Bir yeriniz ağrıdığında rahatsız olduğunuzu, vücudunuzda bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar ve hastaneye gidersiniz. Belalar da aynı işlevi görürler. Yanlış olanları kullanarak size doğruları öğretir, ayrıca ondan sonrası için daha empatik ve tedbirli olmaya zorlarlar.
Dikkat edilirse, toplu insan katliamlarının emrini veren zalimlerin çoğu hayatında ciddî anlamda acı birikimi olmayan kimselerdir. Bir elleri yağda, bir elleri balda büyümüşlerdir. Acılar, onların semtlerine pek uğramamıştır. Bu nedenle, olabildiğince bencildirler, verdikleri kararların diğerleri için nelere mal olacağına ilişkin belirgin fikirleri ve hisleri yoktur. Sadece kendi çıkarları açısından planladıkları sonuçların gerçekleşmesini beklerler.
Gerisi, istatistiktir.