Sevmeli insan kendini, doyasıya ve hakkınca sevmeli, Yaratmış olan sevmemiş mi? Kendini sevmek yaratılışı, yaratanı, yaratılmayı sevmenin kapısıdır belki de.
Yok bu yazı Yunus’un Mevlana’nın aşkla bahis açtığı sevmekten dem vurmayacak. Kendimle barışığım, iç huzuru yakaladım yumuşaklığında kişisel gelişim nasihatleri taşımayacak. Kelebek, bahar, kuş, renklerin uyumundan hiç söz etmeyecek. Bu yazıda sevelim sevilelim katından şiirler söylemeyecek.
Lafı dolandırmadan direk söyleyelim o halde; kendini seviyor olmanla kendini beğenmiş olmak arasında ince fakat oldukça belirgin bir hat var. Bu hattı geçme…
Peki azizim, nedir son çağın kendini beğendirme çabası, gayreti ve hatta savaşı?
Seni çevrene beğendirmek için ne kadar uğraşıyor değil mi cümle alem? Yok şaka değil, bildiğin çaba harcıyor doktoru, diyetisyeni, modacısı, mankeni, medyası. Beğenilmen için savaşıyor birileri. Soru şu sen mi kendini beğeneceksin yoksa diğerlerinin beğenmesi mi hoşuna gidiyor?
Sayılarla, istatistikle, kalıba dökülmüş ölçülerle seni şekillendirip tanımı yapılmış “beğeni” kazanının içine atan hangi anlayışın ve hangi algının neticesi olabilir? Erkeğin kaç yaşında kaç kilo olacağına, hangi besinle ne kadar kilo vereceğine karar veren birileri var bu dünyada.
Sağlık sıhhat bir yere kadar, anlayıp hak vereceğimiz durumlar yok değil deyip “kendimize de mi bakmayalım” itirazını savuşturmuş olayım. Diğer yandan dünyanın bizi getirdiği tek tipleştirme, “özgürlük” adıyla kamufle edilmiş olmasın! Sahi geçen gün aldığın gömleğin, eteğin, pantolonun beden ölçüleri neden hep “S, M, L, XL” diye hazırlanmış. Ben mi koydum o ölçüleri… Hakikaten bir terzimiz vardı sadece senin beden ölçüne göre ölçü alır, prova yapardı. Sadece sana özel olmaz mıydı o elbise? Hem standart oluşturuyor hem o standarda uyman gerekiyor hem de seni beğendirmek istiyorlar.
Hangi mevsim hangi kıyafeti giyeceğimizi annemiz diyor bari lakin hangi rengi hangi şapkayla, hangi eldiveni hangi botla kombin edeceğimizi modacıdan başka kimse bilmiyor. Bu yetiyor mu, nerede! Gittiğin yerin ne kadar pahalı olduğunu gösterecek şekilde poz vermeli, takıldığın mekanların güzide yerler olduğunu konum atarak belli etmelisin. Sahi bunların hepsi “beğeni” almak için yapılan şeyler değil mi? Garip olan ne, beğenilerimiz sayılarla, işaret ve garip şekillerle ölçülüyor.
Nasıl konuşacağımızı, nasıl hareket edeceğimizi kültürümüzden, mazimizden, gelenek ve göreneklerimizden başka yerlerde arıyor olduğumuzdan beri derinliğine değil yüzeysel hoşnutluklar peşindeyiz.
Beğenilmek ister insan, bunun sınırını neden ben değil de ne yapsam asla beni beğenmeyeceğini peşinen deklare eden çağın beğeni otoriteleri belirliyor? Takdirin ederini kim olduğuna bakmadan sayıların eline bıraktığımız gerçeğini asla kabul etmek istemiyoruz. Yakın zamanda tıp yeni bir hastalık bulacak; beğenilmeme sendromu. Tedavisini çok merak ediyorum doğrusu.
Asıl mevzu kendini beğenmişlikle kendini bilmek arasındaki çizgiyi bir hatırlayalım idi bak nereye geldik. Merakta değilim, “acaba benim bu yazıma kaç beğeni gelir şimdi” diye. Oysa hiçbir sözü hiçbir takdirin eline bırakmamaya karar vermiştim kalemi alırken.