Çokları ve belki de en çok ben, şu olursa şunu yapacağım, şu borcumu ödersem şunu alacağım, şu sıkıntımı aşarsam seni şöyle güzel seveceğim türünden hep sonraya, hep geleceğe gönderme yapıyor, bulunduğum/uz anı pas geçiyoruz. Oysa bu günü yaşayan insan, bugünden mesul. Bugün ne yapabiliyor isen onu yap. Yarına bırakılan merhametin kimseye faydası yok bilakis sonraya bırakılan merhamet daha kırgın, küskün ve güvensiz kılıyor insanları. Niye diğer insanlar adına konuşuyorum ki. Bana bugün, yani ihtiyacım olduğumda merhamet göstermeyen insan yarın "koynuma" girse de boş. Ve kanaatim, bu durum, hepimiz için yadsınamaz bir gerçek olmasına rağmen merhamet göstermek konusunda ne kadar da cimriyiz.
X
Bazen yan yana akan iki nehirdik, bazen iki ucundan ateş alan haz. Bazen bir kaç içli satır, bazen kısa ancak bitmeyen yollar. Beraber yenilen yemek, içilen çay, tüten sigara. Derin ve içli nefesler alıyorum hayattan ve içime doğru sesleniyorum: Çarmıha beraber gerilmeyi göze alacak kaç insanımız var? Atalarımın kandamlalarına benziyor yazılmış kitaplar, yapılan eserler, dilime kadar gelen türküler. Benden geriye de iz kalması için kanımı akıtmam lazım!
Rüyalarımızla uyuşmuş gibi yaşıyoruz. Korkmanın ve kaçmanın bütün alametlerini taşıyor ancak modernleşmenin, kof bir gururun elbisesini giyip çalımlı çalımlı dolaşıyor, tek başımıza kalmaktan mezara inmek kadar korkuyoruz. Fazla değil, elli yıl önce, birbirine sokulup, birbirinin kokusunda yatan dede-torun, anne-çocuklar, karı-koca, şimdilerde tek ve büyük yataklarında rahatsız uyuyorlar. Zorla ayakta tuttuğumuz vefa sert esen ilk rüzgârda savruluyor. Duygularımız köleliğe ve riyakarlığa yatkın olduğundan, unutmuş göründüğümüz nefrette aynı rüzgar ile sönmüş gibi görünen közlerden yeniden alev alıyor. Ruhumuzu demirden bir zırhın içinde sakladığımız için soğuk!
Bazen yaşadıklarımı düşündüğümde, uzakta kalmış bir filimden sahneler gibi geliyorlar. Oysa o büyük yara hep yanı başımda, içimde, omuzlarımda. Sabahı ve geleceği seyrediyorum, şükrediyor, şükrediyor, çok şeysin ve hiçsin diyorum kendime!
X
Bu günlerde, heybem sırtımda, uzun, upuzun yürümeler düşlüyorum. Yol ve menzil değil derdim. Derdim kendimle daha fazla buluşmak. Yorgun düştüğümde toprağa sırt üstü uzanıp gökyüzüne bakmak. Dua etmek, türkü söylemek, ağlamak...
Yeni ve tertemiz cümleler kurmak. Ve en çok da yaşıyor olmama binlerce kez hamd etmek.
X
“Bizi sıkan insanlardan bir tehlike gelmeyeceğine inanırız. Sıkıcılığın tanımı, bilinmezlik unsurunu kapsama dışında bırakmasıdır. Eğer daha önceden, bir insanın ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını kestirebilirseniz, o insanın sizi şaşırtabilme olanağı oldukça azdır.”
Şimdi gidip, üç beş cümle okuyayım da bir arpa boyu yol almaya çalışayım.
X
Sözlerine karşılık bulamamış bir aşığın kırgınlığına benzer bir duygunun içinde debeleniyorum.
X
Tartışmada başarı kazanmak gösterişten başka bir şey değildir. Gösterişse sahnede olan/olmak isteyenlere hastır.
Suskunluk yargılanamaz. Suskunluk, her şeyi, olanı da olmayanı da gizler. Susuyor olmayı üzerime oturan bir elbise gibi giyinmek istiyorum ancak olmuyor. Susuyorum, ağzımı açtığımda acı cümleler dökülüyor dilimden. Bu susmak değil! Bu; ayağımızı vuran bir ayakkabıyı, acısına dayanamayıp kaldırıp atmak gibi. Yani; yalınayak dolaşmam gerekiyor.
X
Biliyorsun değil mi, insan, çok iyi bir insana içini dökemez.