Hafif bir esintinin sesini dinleyerek gelmişti camiye. “Rahmet mevsimlerinden biri daha vedalaşıyor bizimle” diyordu vaazında imam efendi.Bayramdan Köşeye diz çöktü. Minberin hemen üzerindeki levhada yazılı “ÖMER” hattına dalıp gitti gözleri. Dedesinin anlatırken sesinin titrediği, heyecanlandığı halife Ömer, kardeşini Müslüman olduğu için öldürmeye giderken yolda Müslüman olup İslam’ın adalet sesi olmuş Ömer…
Halife Ömer’in bayramı geldi aklına. Onun da var mıydı bir bayramlık elbisesi, nasıl da sarılıp kucaklaşırlardı Nebi ile kim bilir, Ebubekir nasıl da gülümserdi, Bilal’in ezanı dolup taşardı bayramlık evlere kim bilir? Yüzüne gelip yerleşen tebessümün sıcaklığı ile duvardaki tüm hatları seyre başladı. Kısık ama sert ve keskin bir sesle irkildi; “Sen arkaya geç, kalksana çocuk!”
Ne yani çocukluktan kurtulmak için illa amca denecek yaşa mı gelmek lazım. Yetmiyor mu on dört yaşında olmak çocukluktan kurtulmak için. Yani şimdi evin ekmek parasını bir yandan okuyup diğer yandan okul sonrası çalışıp getirmek çocukluktan kurtulmak için yetmiyor mu? Gönlündeki Ömer de Ebubekir de kızmaz mı şimdi bu adama? Sesin sahibine dönüp “şimdi seni Ömer’e şikâyet edeceğim” diyecek oldu, sustu…
Bayram namazı çıkışı caminin önünde sıraya geçip birbirleriyle bayramlaşan amcaların yanında safa geçti o da. Daha karşısına ilk gelen adam, başını okşayıp geçti, elini sıkmadı. Kenara çekildi. Bayramlıklarını giymiş çocukları elinden tutup evine dönen babaları izledi. Köşedeki evin sahibi ve oğlu geldi önüne “Gel eve götüreyim” dedi adam. Önce adama sonra çocuğa baktı. Çocuğun üzerinde beyaz bir gömlek, ütülü siyah bir pantolon, cilalı ayakkabılar ve yüzünde sonsuz bir mutluluk… Yok, amca sağ olasın, bir işim var dedi.
Kendine bir bayramlık almamıştı, alamamıştı lakin kardeşine eksik bırakmamıştı hiçbir şeyi. Kardeşinin elinden tutup onu da camiye getirdiği günü hayal etti. Bir eli tutup camiye gelmenin tadını çok az almıştı. Hayal meyal aklında kalan bayram sabahları ve babasının elinden tutup camiye gelişleri… Ve o gelişlerden birinde daha camiye varamadan babasının diz çöküp yığılışı yolun ortasına. Annesi ve küçük kardeşi ile hayatın tam da ortasında yapayalnız kalışı…
O bayram sabahından sonra çocuk olacak yaşta evin erkeği olacağını annesi söylemişti gözyaşları içinde. Şikâyet etmedi hiç tamam da “çocuk” denmesi ağırına gidiyordu işte.
Caminin avlusundan çıktı, istemedi canı eve gitmeye. Annesi geldi aklına, şimdi merak edecek. Yine de sapmadı evin sokağına. Bayramlıkları içinde kardeşini hayal etti. Ya annesi… Kaç zaman olmuştu annesine yeni bir şey almayalı. Bari bu bayram dedi bir al yazma olmaz mı? Olmadı ki evin kirası, gideri mutfak masrafı derken kalmadı geriye üç beş kuruş zaten annesi de söz verdirdi “sakın ha önce kendine sonra kardeşine” diye. Kendine de almadı kardeşim varken dedi.
Çocuk yaşına sığdırdığı onca Bayram Sabahını düşünüp giderken yolun, kendisini mezarlığa düşürdüğünü ancak kapının önünde fark etti. Mezarlıktan içeri girdi. Gideceği kabir belliydi, babasının kabri başında onunla konuşurmuş gibi yapıp dertleşti kendisiyle. Bayramın mübarek olsun baba deyip ayrıldı, ince bir hüzün ve içli bir çocuk haliyle…
Evlerinin önüne gelince gözlerini sildi, derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Annesi kardeşini giydirmekle meşguldü. Ne yakışmış bayramlığı diye geçirdi içinden. Annesi kapıda görünce onu hemen ayağa kalkıp “Geciktin Paşam, merakta bıraktın beni” dedi ve oğluna doğru yürüdü. Çocuk elindeki gülü uzattı annesine. Annesi şaşkın “bu ne oğlum, hayrola” dedi. Çocuk gülümseyerek baktı annesine; “Mezarlıktan geliyorum, babamın mezarında büyümüş bayramlık olsun anne.”